E-ISSN: 2148-4570 ISSN: 2148-4570
ANKARA MEDICAL JOURNAL - Ankara Med J: 21 (1)
Cilt: 21  Sayı: 1 - 2021
ARAŞTIRMA MAKALESI
1. 
Aile Hekimliği Asistanlarının ve Uzmanlarının Gebelikte Asemptomatik Bakteriüri Hakkındaki Bilgi Düzeyleri
Knowledge Level of the Family Medicine Residents and Specialists about Asymptomatic Bacteriuria during Pregnancy
Murat Çevik, İzzet Göker Küçük, Utku Eser, Kurtulus Ongel
doi: 10.5505/amj.2021.27879  Sayfalar 1 - 11
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamız gebelikte görülen asemptomatik bakteriüri hakkında aile hekimliği asistanları ve uzmanlarının yaklaşımlarını ve bilgi düzeylerini belirlemeyi amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, Mart-Ağustos 2018 tarihleri arasında, kolay örneklem ile gerçekleştirilmiş, açılan web sitesi üzerinden maksimum hekim sayısına ulaşılarak yapılmış kesitsel bir çalışmadır. Türkiye genelinde, asistan ve uzman aile hekimlerine, gönüllü onam formu doldurulduktan sonra araştırmacılar tarafından oluşturulmuş 19 soru içeren bir anket uygulanmıştır. Tanımlayıcı istatistiksel analizler için SPSS 21 istatistik programı kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya 166’sı (%65,9) aile hekimliği asistanı (AHA), 86’sı (%34,1) aile hekimliği uzmanı (AHU) toplam 252 kişi katıldı. Gebe takibi esnasında 102 hekim (27 AHU ve 75 AHA) tam idrar tahlili (TİT) ve idrar kültürünü beraber istedi. İdrar kültüründe asemptomatik bakteriüri diyebilmek için bakteri sayısının 105’den fazla olmalıdır sorusuna AHU’ların 55’i (%64,0) ve AHA’ların ise 91’si (%54,8) doğru cevap verdi. Gebelikte asemptomatik bakteriüri tedavisinde AHU ve AHA’ların en sık ampisilin tercih ettiği saptandı. Çalışmaya katılan katılımcıların çoğu tedavide kullanılan Trimetoprim-Sülfometaksazol (TMP-SMX)’ün komplikasyonlarından haberdardı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamıza göre; Aile hekimliği uzmanlarının ve asistanlarının, gebelikteki asemptomatik bakteriüri hakkındaki bilgi düzeylerinin yetersiz olduğunu saptadık. Bu nedenle literatürde bu konuyla ilgili yeni ve çok sayıda katılımcıyı içeren çalışmaların yapılması bu konudaki farkındalığı arttıracağı düşüncesindeyiz.

2. 
Antenatal Dönemde Verilen Emzirme Eğitiminin Emzirme Bilgi Düzeyi ve Emzirme Öz Yeterlilik Ölçeğine Etkisinin Değerlendirilmesi
Evaluation of the Effect of Breastfeeding Training Given in Antenatal Period on Breastfeeding Knowledge Level and Breastfeeding Self-Efficacy Scale
Yasin Selvi, Raziye Desdicioğlu, İrep Karataş Eray
doi: 10.5505/amj.2021.49140  Sayfalar 12 - 21
GİRİŞ ve AMAÇ: Anne sütü, bebeğin ihtiyacı olan besin maddelerini içeren fizyolojik besindir. Bu çalışmada antenatal dönemde verilen emzirme eğitiminin, emzirme bilgi ve tutum düzeylerine, emzirme öz yeterlilik ölçeğine etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız kesitsel bir çalışmadır. Ankara Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi gebe polikliniklerine 1 Ekim -1 Aralık 2018 tarihleri arasında başvuran 18-34 yaş arası 409 hastaya ulaşıldı. Araştırmaya katılan kadınlara anne sütü ve emzirmeyle ilgili bilgi düzeylerini değerlendiren bir anket, gebelere antenatal, doğum yapmış kadınlara postnatal öz yeterlilik ölçeği uygulandı.
BULGULAR: Gebe grupta eğitim alan kadınların öz yeterlilik açısından daha yüksek puanlara sahip olduğu görüldü (57,81±9,97 ve 47,22±12,40 p=0,005). Emzirme eğitimi alan grupta bilgi düzeyinin de diğer gruptan anlamlı olarak yüksek olduğu sonucuna ulaşıldı (7,61±1,25 ve 6,77±1,73 p<0,001). Eğitim alan kadınların emzirmenin faydaları hakkındaki farkındalıklarının almayan kadınlardan yüksek olduğu görüldü. Postnatal grupta emzirme öz yeterlilik açısından eğitim alan grubun puan ortalamalarının anlamlı olarak daha yüksek olduğu sonucuna ulaşıldı (58,98±6,74 ve 49,44±8,83 p<0,001). Tutum düzeyleri karşılaştırıldığında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark görülmedi (5,74±0,78 ve 5,51±1,09 p=0,195). Emzirmenin faydaları hakkında farkındalık puan ortalamasının iki grup arasında farklılık göstermediği görüldü. Emzirme eğitiminin antenatal dönemdeki kadınlarda, bilgi düzeyi, öz yeterlilik ölçeği ve farkındalığa anlamlı katkısı olduğu görülmüştür. Aynı eğitimi alan kadınlarda postnatal dönemde bu bilginin tutuma yansımasının anlamlı olmadığı, farkındalık puanlarının ve doğru tutum sergileme oranlarının iki grup arasında farklılık göstermediği sonucuna ulaşılmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Emzirme eğitiminin niteliğinin artırılması gerektiği, doğum sonu dönemde de annenin emzirme sürecine daha fazla destek verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.


3. 
Obez Bireylerde Yeme Bağımlılığı ve İlişkili Faktörler: Hastane tabanlı bir çalışma
Food Addiction Prevalence and Related Factors Among People with Obesity: A Hospital-based Study
Hacer Hicran Mutlu, Mehmet Sargın
doi: 10.5505/amj.2021.59862  Sayfalar 22 - 34
GİRİŞ ve AMAÇ: Yeme bağımlılığı, son zamanlarda çok tartışılan ve obeziteye neden olan non-homeostatik bir davranıştır. Bu çalışmada obezite polikliniğimize başvuran bireylerde yeme bağımlılığı sıklığı ve ilişkili faktörleri saptamayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 6 aylık zaman diliminde, bir eğitim ve araştırma hastanesi obezite polikliniğine başvuran ve çalışmamıza katılmayı kabul ettiğine dair yazılı onam veren 202 kişiye Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği ve Depresyon, Anksiyete, Stres-21 Ölçeği doldurtuldu. Bütün örneklemdeki yeme bağımlılığı oranı ve bu iki grubun özellikleri arasındaki farklar değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmamıza katılan kişilerdeki yeme bağımlılığı oranının %35,10 olduğu tespit edildi. Yeme bağımlılığı olan ve olmayan gruplar arasında yaş, cinsiyet, sigara içme durumu, çocukluk çağında ve ailede obezite varlığı ve egzersiz alışkanlığı açısından fark bulunamadı. Yeme bağımlılığı olan grubun vücut kütle indeksi (VKİ) olmayan gruba göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Depresyon, anksiyete ve stres skoru yeme bağımlılığı olan grupta anlamlı olarak daha yüksekti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamamızda, obez bireylerde yeme bağımlılığı oranının yüksek olduğu sonucuna vardık. Bu nedenle, yeme bağımlılığının erken dönemde tanı alması ve tedavi edilmesinin obezite tedavisine önemli katkısı olacağını düşünmekteyiz.

4. 
Gebelikte Üriner İnkontinansın Yorgunluk Düzeyi ve Uyku Kalitesi ile İlişkisinin İncelenmesi
An Investigation of the Relationship of Urinary Incontinence and Fatigue Level and Sleep Quality in Pregnancy
Hacer Alan Dikmen, Hamide Yıldırım, Kamile Marakoğlu
doi: 10.5505/amj.2021.46693  Sayfalar 35 - 48
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, gebelikte yaşanan üriner inkontinans ile yorgunluk düzeyi ve uyku kalitesi arasındaki ilişkiyi incelenmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı ve kesitsel türde yapılan çalışmanın verileri, Ocak-Mart 2020 tarihleri arasında, bir kadın doğum hastanesinin gebe polikliniğine başvuran 311 gebeden (okur-yazar, 18-49 yaş aralığında, tek fetüse sahip, iletişim kurulabilen, infertilite tedavisi sonucu gebe olmayan, idrar yolu enfeksiyonu ve herhangi bir kronik hastalığı olmayan), kişisel bilgi formu, İnkontinans Şiddet İndeksi (İŞİ), Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) ve Yorgunluk Şiddeti Ölçeği (YŞÖ) ile toplanmıştır.
BULGULAR: Çalışmamızda gebelerin yaş ortalaması 27,25±5,641, gebelik haftası ortalaması 29,46±9,581’di. Gebelerin %61,10’unda (190) üriner inkontinans şikayeti vardı, %68,80’inin (214) uyku kalitesi kötüydü. Gebelerin %46,60’ı (145) “yorgundu.” Çalışmamızda gebelerin İŞİ ve PUKİ puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı, pozitif yönde ve düşük düzeyde (r= 0,209; p<0,001) ilişki saptanırken, YŞÖ ile istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (p=0,184).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda gebelerin üriner inkontinans düzeyi arttıkça kötü uyku kalitesi artmaktaydı. Gebelerin üriner inkontinans düzeyi ile yorgunluk düzeyleri arasında ise bir ilişki yoktu. Sağlık profesyonelleri antenatal izlemlerde, gebelerin üriner inkontinans, uyku ve yorgunluk düzeylerini mutlaka değerlendirmeli ve inkontinans varlığı saptanan gebelerde baş etme ve tedavi noktasında gerekli bakım uygulamaları önerilmelidir.

5. 
Aile Hekimlerinin ve Pediatristlerin Akran Zorbalığı Hakkındaki Bilgi Düzeylerinin Araştırılması
Investigation of Knowledge Levels of Family Physicians and Pediatrists About Peer Victimization
Esra Yurdakul, Basri Furkan Dağcıoğlu
doi: 10.5505/amj.2021.43925  Sayfalar 49 - 56
GİRİŞ ve AMAÇ: Akran zorbalığı (AZ), bir öğrencinin ya da bir grup öğrencinin başka bir öğrenciye ya da bir grup öğrenciye kasıtlı ve sürekli olarak zarar vermesi ya da rahatsız etmesi olarak tanımlanabilir. Araştırmalar ülkemizde her üç öğrenciden birinin fiziksel, sözel, duygusal veya dışlama formlarındaki akran zorbalığına maruz kaldığını göstermektedir. Çalışmamızda AZ’ye maruz kalan çocuklarla en sık iletişim halinde olması beklenen aile hekimleri ve pediatristlerin konu hakkındaki bilgi düzeylerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ekim 2015 ile Şubat 2016 tarihleri arasında Ankara ili genelinde çalışmakta olan hekimlerden rastgele seçilen 122 aile hekimi ve 109 pediatriste ulaşılarak, akran zorbalığı konusundaki bilgi düzeyleri değerlendirildi.
BULGULAR: Her iki gruptaki hekimlerin AZ ile ilgili bilgi düzeyleri büyük oranda benzer bulundu. Pediatristler belirgin şekilde aile hekimlerinden daha sık olarak AZ ile karşılaşmaktaydı (p<0,001; X2=15,766). Buna karşılık AZ nin dolaylı belirtilerini tanıma konusunda her iki branştaki hekimler benzer farkındalığa sahipti (p=0,429; X2=0,625). Katılımcıların çok az bir kısmının AZ ile ilgili özel bir eğitim aldığı görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ülkemizde ve dünyada oldukça sık görülen AZ konusunda ebeveynler ve öğretmenlerin yanı sıra, herhangi bir sebeple çocuğu gören hekimlere de sorumluluk düşmektedir. Özellikle AZ kaynaklı psikosomatik belirtilerin erken safhada saptanıp eyleme geçilmesi konusunda, okul çağındaki çocuklarla en sık iletişime geçen aile hekimlerinin ve pediatristlerin bilgi ve farkındalıklarının artırılması faydalı olacaktır.

6. 
Fazla kilolu ve obez adölesanlarda metabolik sendrom sıklığı ile kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirilmesi
Evaluation of risk factors for cardiovascular diseases and prevalence of metabolic syndrome in overweight and obese adolescents
Yağmur Gökseven, Guzin Zeren Ozturk
doi: 10.5505/amj.2021.57767  Sayfalar 57 - 71
GİRİŞ ve AMAÇ: 5-19 yaş arası 340 milyonun üzerinde fazla kilolu veya obez olduğu bildirilmiştir. Çocukluk çağı ve adölesan dönemde başlayan obezite, metabolik sendrom ve kardiyovasküler hastalıklara zemin hazırlamakta, aterosklerotik sürecin hızlanmasına neden olmaktadır. Çalışmamızın amacı aşırı kilolu ve obez adölesanlarda kardiyovasküler hastalıklar için risk faktörlerini ve metabolik sendrom sıklığını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma popülasyonu 11-18 yaş arası fazla kilolu ve obez adölesanlardan oluşmaktadır. Katılımcıların antropometrik ölçümleri ve kan örneklerini aldıktan sonra REGODCI puanlama sistemine göre kardiyovasküler riskleri ve Uluslararası Diyabet Federasyonu'na göre metabolik sendrom prevalansları incelenmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya 150 fazla kilolu ve obez adölesan dahil edildi. Katılımcıların 115’i (%76,70) obez idi; %22'sinde (n=33) Metabolik sendrom (MetS); %46,60'ında (n=80) kardiyometabolik risk (KMR) varlığı saptandı. MetS tanısı alan katılımcıların vücut kitle indeksleri (VKİ), sistolik kan basıncı, TG-HDL oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (sırasıyla p = 0,040, p= 0,012 ve p <0,001). KMR varlığı ile katılımcıların VKİ, TG-HDL oranları, bel- kalça çevresi oranları arasında istatiksel anlamlı bir ilişki saptandı (sırasıyla p=0,001, p = 0,001 ve p= 0,034). ROC analizine göre MetS için eğri altındaki alan 0,826, kesme değeri 2,59; %72 duyarlılık ve %72 özgüllük ile bulundu; KMR varlığı için eğri altında kalan alan 0,652; kesim değeri 2,06; %65 duyarlılık ve %63 özgüllük ile bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Obezite hem MetS hem de KMR için bağımsız bir risk faktörüdür ve tanıdan hemen sonra tedavi edilmelidir. Fazla kilolu ve obez adölesanlarda TG/HDL oranı MetS (2,59 üzeri) ve CMR (2,06 üzeri) için prediktör faktör olarak kullanılabilir.

7. 
Hemşirelik Fakültesi’ne Yeni Başlayan Öğrencilerin Üreme Sağlığı Konusundaki Bilgi Düzeyleri ve Eğitim İhtiyaçlarının Belirlenmesi
Determining the Students’ Knowledge Levels and Educational Needs on Reproductive Health Who Have Just Begun to Faculty of Nursing
Hilal Aksoy, Duygu Ayhan Başer, Mustafa Cankurtaran
doi: 10.5505/amj.2021.09582  Sayfalar 72 - 82
GİRİŞ ve AMAÇ: Gençler; üreme sağlığı sorunları açısından yüksek risk altındadır ve ergen izlemleri aile hekimliğinde yeni rutine girmiştir. Çalışmamız Hemşirelik Fakültesi’ne yeni başlayan öğrencilerin üreme sağlığı konusundaki bilgi düzeylerini ve eğitim ihtiyacını belirlemek amacıyla planlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı nitelikteki çalışmada Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi’ne 2019-2020 eğitim-öğretim yılında yeni kayıt yaptıran öğrencilere yüz yüze görüşme yöntemiyle anket uygulandı. Verilerin değerlendirilmesinde sürekli olan değişkenler için ortalama ve standart sapma, niteliksel veriler için frekans tablosu kullanıldı. Niteliksel veriler arasında ilişki araştırılırken ki-kare testi kullanıldı. İstatiksel analizler SPSSv23 paket programı ile yapıldı.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 120 öğrenci dahil oldu. Öğrencilerin üreme sağlığı konusundaki bilgi kaynakları arasında birinci sırada okul (%75,80) gelmekteydi. En fazla bilinen doğum kontrol yöntemi hap (%80,80) idi. “Cinsel yolla bulaşan hastalıklar hangileridir” sorusuna verilen en fazla cevap Human Immunodeficiency Virüs idi (%85,80). En fazla eğitim almak istenen konu %51,70 ile cinsel yolla bulaşan hastalıklardı. Öğrencilerin yaş, cinsiyet, ekonomik durum, mezun oldukları okul ile bilgi düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki yoktu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Üreme sağlığı konusunda gençler yeterli ve doğru bilgi düzeyine sahip değildir. Eğitimleri planlanırken bu konu üzerinde daha fazla durulması gerekmektedir. Ayrıca doğru ve güvenilir bilginin kazanılması için 10-21 yaş arası ergen izlemini yapan ve üreme sağlığı konusunda danışmanlık verme hizmeti bulunan aile hekimine özellikle büyük rol düşmektedir.

8. 
Ülkemizde bulunan alkol bazlı el dezenfektanlarının analitik incelenmesi ve COVID-19 pandemisi açısından değerlendirilmesi
Analytical examination of alcohol-based hand disinfectants in our country and evaluation with respect to COVID-19 pandemic
Ülker Gül, Zehra Dagli
doi: 10.5505/amj.2021.81598  Sayfalar 83 - 91
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 pandemisinde alkol bazlı el dezenfektanlarının (ABHD) kullanılması önerilmektedir. Bu çalışmada, ülkemizdeki ABED'lerin içeriğinin incelenmesi ve bulguların literatür ışığında tartışılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ülkemizdeki ABED'ler Google arama motorunda araştırıldı. Ticari ürüne ait içerik bilgileri kaydedildi. Veriler 5 başlık altında analiz edildi: alkol oranı, etil ve / veya izopropil alkol varlığı, diğer dezenfektanların varlığı, nemlendiricinin varlığı ve Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre önerilen formülasyona göre.
BULGULAR: En sık gözlenen alkol oranları şu şekildedir: %70, %75, %65 ve %80. Ürünlerin %21'i sadece etanol, %15'i sadece izopropil alkol ve %34'ü etanol ve izopropil alkol içermektedir. Ürünlerin %6,5'unda hidrojen peroksit gözlendi. Ürünlerin %44'ünde gliserin, %10'unda gliserin ve lanolin vardı. DSÖ tarafından önerilen formülasyon tek bir üründe tam olarak gözlemlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sars-CoV-2 virüsü, etanol (>% 75) ve izopropanol (>% 70) ile inaktive edilebilir. DSÖ formülasyonlarından biri %80 etanol ve diğer %75 izopropil içermektedir. Ülkemizde ABED'lerin yarısından fazlasında alkol oranı %70 ve üzerindeydi. Bunlar etil ve / veya izopropil alkoldü. DSÖ formülasyonuna yalnızca bir ürün uymaktaydı. Sonuç olarak, COVID-19 pandemisinde el hijyeni için en önemli adım uygun formülasyonlu ABED seçimi olmalıdır.

9. 
Acil Serviste Akut Pulmoner Tromboemboli Tanısı Konulan Hastalarda Dinamik Tiyol Disülfit Dengesi
Dynamic Thiol Disulphide Homeostasis In Patients Diagnosed With Acute Pulmonary Thromboembolism In Emergency Department
Gül Pamukçu Günaydın, Fatih Tanrıverdi, SERKAN DEMİRCAN, FERHAT İÇME, Yavuz Otal, Yucel Yuzbasioglu, erdem haytaç, Pervin Baran, Cemile Bicer
doi: 10.5505/amj.2021.14890  Sayfalar 92 - 98
GİRİŞ ve AMAÇ: Acil serviste akut pulmoner trombo emboli tanısı alan hastaların erken dönemde dinamik tiyol-disülfit dengesinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Acil serviste akut pulmoner emboli tanısı konulan 58 hastadan alınan venöz kan örneklerinde serum tiyol-disülfit düzeyleri yeni geliştirilen Erel- Neşelioğlu yöntemi ile ölçüldü, burdan elde edlilen veriler sağlıklı kontrol grubu ölçümleri ile karşılaştırıldı. Acil serviste pulmoner emboli ön tanısı klinik ve laboratuvar bulguları ile düşünüldü ve kontrastlı toraks bilgisayarlı tomografi anjiyo ile tespit edildi.
BULGULAR: Ortalama native tiyol ve total tiyol seviyeleri pulmoner emboli hastalarında kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşüktü (308,53±78; 414,13±50,86; p<0,002; 346,03±81,13; 453,05±52,46 μmol/l, p<0,003 sırasıyla). Disülfit/nativ tiyol ve disulfit/total tiyol oranları pulmoner emboli hastalarında kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Pulmoner emboli hastalarında tiyol-disülfit dengesi oksidatif yönde değişmiştir. Bu durumun hastalığın patogenezinde rolü olabilir.

10. 
COVID-19 Şüphesiyle Yozgat Şehir Hastanesine Yatan Olgularda RT-PCR Sonuçları ve Toraks BT Görüntüleme Özellikleri
RT-PCR Results and Chest CT Imaging Features in Patients Hospitalized to Yozgat City Hospital with COVID-19 Suspicion
Ahmet Tanyeri
doi: 10.5505/amj.2021.57805  Sayfalar 99 - 114
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı COVID-19 şüphesiyle hastaneye yatırılan olguların Toraks BT bulgularını ve RT-PCR sonuçlarını incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 15 Mart-15 Mayıs 2020 tarihleri arasında, Yozgat Şehir Hastanesine COVID-19 şüphesiyle yatırılan olgular geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Toraks BT bulguları bu çalışma için oluşturulan modifiye COVID-19 raporlama sistemine göre sınıflandırılmıştır. RT-PCR referans tanı testi kabul edilerek BT’nin tanısal performansı değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Toplam 498 olgu [54±22 (0; 96)] çalışmaya dahil edildi. Erkek olgu sayısı [323 (%65)] kadınlardan [175 (%35)] daha fazlaydı. Olguların 94’ünde (%19) RT-PCR testi pozitif sonuçlanmıştı. Test sonucu pozitif olan hastaların negatif olanlara göre daha küçük yaşta olduğu bulundu. 173 (%35) olguda toraks BT pozitif saptandı: %13 COVID-19 uyumlu bulgular, %7 yüksek şüpheli bulgular, %15 düşük şüpheli bulgular. BT’nin duyarlılığı %49, özgüllüğü %69, RT-PCR’ın duyarlılığı ise %69 olarak bulundu. BT pozitif olgulardaki infiltrasyonların %52’si her iki akciğerde, %40’ı tüm loblarda, %34 alt loblarda, %47’si arka, %43’ü ön ve arka akciğer alanlarında, %60’ı periferik, %30’u periferik ve santral akciğer alanlarında görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Toraks BT’nin COVID-19 tanısındaki duyarlılığı göreceli düşük ancak özgüllüğü yüksek bulunmuştur. BT’nin hızlı tanı için COVID-19 prevalansının yüksek olduğu bölgelerde kullanılması daha faydalı olabilir. BT bulgularını yorumlamada standardize edilmiş bir rapor formatını kullanmak hasta yönetimi için gerekli görünmektedir.

11. 
Acil Servis’te Temporomandibular Eklem Dislokasyonu: Geriye dönük bir çalışma
Temporomandibular Joint Dislocation at the Emergency Department: A Retrospective Study
Filiz Baloglu Kaya, Engin Ozakin, Seyhmus Kaya, Muhammed Evvah Karakilic
doi: 10.5505/amj.2021.73693  Sayfalar 115 - 123
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, acil serviste (AS) Temporomandibular eklem (TME) dislokasyonu tanısı alan olguların demografik ve klinik özelliklerini hasta idaresi ile birlikte değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız tek merkezli ve geriye dönük olarak 10 yıl ve 10 aylık bir sürede (01.01.2010-30.10.2020) Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık, Uygulama ve Araştırma Hastanesi Acil Servis’inde yapılmıştır. Çalışma sürecinde AS’ye başvuran, TME dislokasyonu tanısı alan, 18 yaş ve üzeri tüm hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Olguların demografik verileri, dislokasyon tipi ve mekanizması, tekrarlayan dislokasyon hikayesi varlığı, görüntüleme varlığı, redüksiyon uygulaması varlığı, yapıldı ise redüksiyon sonlanımı ve sedoanaljezi gerekliliği ile ilgili bilgileri dosya kayıtlarından alınmıştır. Analiz için gerekli verilere kayıtlarda ulaşılamaması da dışlama kriteri olarak belirlenmiştir.
BULGULAR: Dosya kayıtları incelendiğinde 113 olgunun AS’de TME dislokasyonu tanısı aldığı görüldü. 66 olgu birincil başvuru, 47 olgu ise bu olguların tekrarlayan başvuruları idi. Birincil başvurular değerlendirildiğinde; yaş ortalaması 42,74±20,83 idi ve %69,7’si (n=46) kadındı. %56,1 (n=37) bilateral eklem dislokasyonu mevcuttu. %98,5’i (n=65) non-travmatik idi. Olguların tamamına bakıldığında %91,2’sinde (n=103) radyolojik görüntüleme yapılmadığı belirlendi. Redüksiyon işlemleri sırasında %13,3 (n= 15) olguda sedoanaljezi uygulandığı görüldü. Redüksiyon uygulamalarının %98,2’sinin (n=111) başarı ile sonuçlandığı görüldü. Olgulara ait komplikasyon kaydına rastlanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: TME dislokasyonu idaresi hasta konforu ile eklem fonksiyonu açısından önemlidir. Acil tıp hekimleri nadir de olsa karşılaştıkları akut TME dislokasyonu idaresini başarı ile gerçekleştirmektedirler.

12. 
Acil Serviste Aort Diseksiyonu Tanısı Alan ve Thiol / Disülfid Homeostazisi Çalışılan Hastaların Geriye Dönük İncelenmesi
Retrospective Examination of Patients Diagnosed with Aortic Dissection in the Emergency Department and Undergoing Thiol / Disulfide Homeostasis
Nazlı Görmeli Kurt, Servan Gökhan, Ozcan EREL, Celal Güneş, Çağdaş Yıldırım, Ayhan Ozhasenekler, Fatih Ahmet Kahraman
doi: 10.5505/amj.2021.70037  Sayfalar 124 - 133
GİRİŞ ve AMAÇ: Akut aort diseksiyonu (AAD) olan hastalarda dinamik tiyol / disülfid homeostazındaki (TDH) değişiklikleri incelemek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda, Ocak 2015-Ocak 2018 tarihleri arasında Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil servisine başvuran ve bilgisayarlı toraks tomografisinde AAD saptanan hastaların tıbbi kayıtları geriye dönük olarak gözden geçirildi. Çalışmada biri AAD, diğeri sağlıklı gönüllüler grubu olmak üzere iki grup mevcut idi. İlk olarak Erel ve Neşelioğlu tarafından tanımlanan spektrofotometrik yöntemle tiyol ve disülfid düzeyleri belirlendi, Doğal tiyol (NT), toplam tiyol (TT) ve disülfid (D) seviyeleri ve bunların birbirlerine oranları hesaplandı (indeks 1: D / NT, indeks 2: D / TT, indeks 3: NT / TT). Bu iki grubu Oksidatif stres parametreleri (Doğal Tiyol, Toplam Tiyol ve Disülfid seviyeleri) açısından karşılaştırdık.
BULGULAR: Toplam 40 AAD hastası ve 38 cinsiyet ve yaş uyumlu sağlıklı gönüllü bu çalışmaya dahil edildi. Cinsiyet ve yaş açısından her iki grup arasında anlamlı fark yoktu (sırasıyla p=0,923, p=0,401). AAD grubu anlamlı olarak daha düşük doğal tiyol ve toplam tiyol'e sahipti (p<0,001), ancak disülfid seviyeleri benzerdi (p=0,360). Oksitdatif stres parametreleri mortalite açısından istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: AAD'li hastalarda, özellikle native tiyol ve toplam tiyol olmak üzere, önemli ölçüde daha düşük tiyol / disülfid homeostazı saptadık. Oksidatif stres teorisinin AAD'nin patofizyolojisinde rol oynayabileceğini ve oksidatf stres paremetrlerinin tanı koymada yol gösterci olabileceği kanaatindeyiz.

13. 
Pediatrik COVID-19 hastalarında toraks BT bulguları ve RT-PCR test sonuçları ile korelasyonu
Chest CT findings and their correlation with RT-PCR testing in pediatric COVID-19 patients
Gülşah Bayram Ilıkan, Şükriye Yılmaz
doi: 10.5505/amj.2021.04207  Sayfalar 134 - 149
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 ön tanısı olan çocuk hastalarda revers transkriptaz-polimeraz zincir reaksiyon (RT-PCR) testi sonuçları ile toraks bilgisayarlı tomografi (BT) bulgularını karşılaştırmak.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif olarak, 177 çocuk hastada toraks BT bulguları ve RT-PCR test sonuçları değerlendirildi. Test sonuçlarına göre hastalar ‘COVID-19 pozitif’ ve ‘COVID-19 negatif’ olmak üzere iki gruba ayrıldı.
BULGULAR: COVID-19 pozitif grupta hastaların %65,71’inin ailesinde COVID-19 tanısı bulunmaktaydı (p<0.01). Aynı grupta BT bulguları normal olan hastaların %50’si 16 yaşından küçüktü (p<0,01) ve en sık tek lob tutulumu izlenmekteydi (%54,54, p<0.01). Her iki grupta en sık izlenen BT bulgusu konsolidasyon ile birlikte buzlu cam dansitesi (BCD) idi. Fibrotik bantlar (% 51,46; p<0,01), retiküler patern (% 34,95; p<0,01), atelektazi (% 9,71, p<0.01), mozaik perfüzyon (% 26,21, p<0.01), ve plevral effüzyon (% 19,42, p<0.01) COVID-19 negatif grupta daha sık izlendi. Altta yatan hastalığı bulunanlarda BT’nin sensitivitesi 0,441, RT-PCR testin ise 0,863 olarak hesaplandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ailesinde COVID-19 hastalığı olan çocuklarda en sık BT bulgusu konsolidasyonun eşlik ettiği ya da etmediği fokal BCD’dir. BT bulguları yaygın ve şiddetli ise hasta yüksek olasılıkla COVID-19 değildir. Altta yatan kronik hastalığı olan çocuklarda RT-PCR testi, tanı koymada BT’den daha duyarlıdır.

14. 
Ötiroid hasta sendromunda beyin natirüretik peptid (BNP)
Brain natriuretic peptide (BNP) in euthyroid sick syndrome
ŞEVKET MURAT HOKKAÖMEROĞLU, Arzu Or Koca, Derun Taner Ertugrul, Kursat Dal, Esin Beyan
doi: 10.5505/amj.2021.94840  Sayfalar 150 - 162
GİRİŞ ve AMAÇ: Kardiyovasküler (KV) homeostazda tiroid hormonarı (TH) önemli role sahiptir. Özellikle son yıllarda KV sistem üzerine TH’larının etkisi incelendiğinde “Ötiroid hasta sendromu (ÖHS)” dikkat çekmektedir. Bu çalışmada hastanede yatarak tedavi alan ve sistemik hastalığı bulunan hastalarda sıklıkla gözlenen ÖHS ile Beyin natirüretik peptid (BNP) düzeyi ilişkisini incelemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel olarak dizayn edilen çalışmada; kalp yetersizliği (KY) klinik ve/veya laboratuar bulgusu olan, renal yetmezliği olan, kronik karaciğer hastalığı olan, renal parankim hastalığı olan, bilinen hipertiroidi ya da hipotiroidisi olan, tiroid hormon replasmanı alan, steroid kullanan, antitiroid ilaç kullanan, BNP düzeyini etkilediği bilinen ilaç kullanımı olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Çeşitli sistemik hastalıklar nedeni ile yatarak tedavi alan 78 ÖHS’lu hasta vaka, 67 ötiroid hasta kontrol grubuna alınarak serum BNP düzeyleri, biyokimyasal tetkikleri, akut faz reaktanları ve ekokardiyografi bulguları analiz edildi.
BULGULAR: ÖHS grubunda serum BNP düzeyinin kontrol gruba göre anlamlı olarak yüksek olduğu görülmüştür. Serum BNP düzeyi ile; serum serbest tiroksin (sT4) düzeyinin pozitif, serum serbest triiodotironin (sT3) ve tiroid uyarıcı hormon (TSH) düzeyleri ise negatif korele bulunmuştur. Ayrıca serum BNP düzeyinin pozitif akut faz reaktanları (yüksek duyarlıklı C reaktif protein, ferritin) ile pozitif, negatif akut faz reaktanı olan albüminle ise negatif korele olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: ÖHS serum BNP artışı ile ilişkilidir. KV hastalığı olmayan kritik durumdaki hastalarda düşük sT3 düzeyi kardiyak disfonksiyon gelişimine katkıda bulunabilir. ÖHS’da BNP düzeyleri değerlendirilirken, tiroid hormonlarına ek olarak, hasta yaşının, yatış tanısının, akut faz reaktanlarının ve inflamatuar sitokinlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünmekteyiz.

15. 
Toplumsal Cinsiyet Farkındalık Eğitiminin İşçi Kadınların Toplumsal Cinsiyet Rol Tutumlarına Etkisi
The impact of gender awareness training on gender role attitudes of working women
ilknur Aydın Avci, Özge ÖZ YILDIRIM, Dilek ÇELİK EREN, SENEM GURKAN
doi: 10.5505/amj.2021.34711  Sayfalar 163 - 175
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma işçi kadınlara verilen toplumsal cinsiyet farkındalık eğitiminin, işçilerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumları üzerine etkisini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu araştırma yarı deneysel araştırma tasarımlarından tek grupta ön test son test deneme modeline göre yapılmıştır. Çalışmaya bir fabrikada çalışan, araştırmaya katılmaya gönüllü olan, girişimi tamamlayan 166 kadın işçi dahil edilmiştir. Çalışmada işçilere toplumsal cinsiyet farkındalığına ilişkin 4 oturumdan oluşan 8 saatlik bir eğitim verilmiştir. Eğitim öncesi ön test olarak işçilere sosyo-demografik özelliklerini inceleyen soru formu ve toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği uygulanmıştır. Eğitiminin sonunda son test yapılarak toplumsal cinsiyet tutumu rolleri üzerindeki değişiklik belirlenmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, Paired-t, independent-t ve ki-kare testi uygulanmıştır. Araştırmaya başlamadan önce etik kuruldan ve ilgili fabrika yönetiminden yazılı izin, araştırma kapsamındaki işçilerden sözel onam alınmıştır.
BULGULAR: Eğitim durumu lise olan, orta ekonomik düzey sahip olan ve ilçede yaşayan işçiler kadın olma ile ilgili daha fazla sorun yaşamaktadırlar. İşçi kadınların Toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği toplam puanlarında eğitim sonrasında (155,45±17,48) eğitim öncesine (149,72±19,54) göre artış belirlenmiş, aralarındaki istatistiki olarak anlamlı bulunmuştur (p=0,006).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma ile işçi kadınlara toplumsal cinsiyet rolleri tutumlarını değiştirmek amacıyla verilen eğitim sonunda işçilerin toplumsal cinsiyet rolleri tutumları ölçeği toplam puanı, Kadın Cinsiyet Rolü ve Geleneksel Cinsiyet Rolü alt boyutlarında puan artışı meydana gelmiştir.

OLGU SUNUMU
16. 
İki Sağlık Çalışanında Olası COVID-19 Reenfeksiyonu: Literatürün Gözden Geçirilmesi ile Türkiye'den İlk Vaka Raporu
Possible COVID-19 Reinfection in Two Healthcare Workers: A First Case Report from Turkey with Review of the Literature
Erdinç Yavuz, Özgür Günal
doi: 10.5505/amj.2021.82957  Sayfalar 176 - 183
COVID-19 pandemisinin en yoğun günlerini yaşadığımız bu günlerde hastalığı geçirenlerde bir süre sonra benzer klinik tablolar gözlenmiş olması ve birkaçı sağlık çalışanlarında olmak üzere olası re-enfeksiyon vakalarının rapor edilmesi COVID-19'a karşı kazanılan doğal bağışıklık ile ilgili ciddi endişelere yol açmıştır. Biz burada Türkiye'de ilk kez sağlık çalışanlarında iki olası re-enfeksiyon vakasını rapor ediyoruz. İlk vaka COVID-19 vakalarının izlendiği bir yoğun bakım servisinde çalışan 21 yaşındaki erkek hemşiredir. Halsizlik, şiddetli kas ağrısı ve boğaz ağrısı şikayetleri sonrası 10 Ağustos'ta RT-PCR testi pozitif olarak bildirilmiştir. Toraks BT normal olarak değerlendirilmiştir. İlgili protokole göre tedavi alan ve izlenen hasta 25-26 Ağustos tarihlerinde art arda alınan iki RT-PCR testinin negatif olması üzerine işine geri dönmüştür. Bundan 76 gün sonra halsizlik, şiddetli kas ağrısı, boğaz ağrısı ve ishal şikayetleri ile yeniden başvuran hastanın RT-PCR pozitif olarak rapor edilmiştir. İkinci vaka COVID-19 hastalarının izlendiği bir serviste çalışan 28 yaşındaki kadın doktordur. Sub-febril ateşin eşlik ettiği yorgunluk, şiddetli kas ağrısı, baş ağrısı, öksürük, anozmi ve disguzi şikayetleri sonrası 25 Ağustos'ta gerçekleştirilen RT-PCR testi pozitif olarak rapor edilmiştir. İlgili protokole göre tedavi verilen ve izlenen hasta şikâyetlerinin geçmesi ve 10 ve 15 Eylül'deki RT-PCR testlerinin negatif raporlanması üzerine işine dönmüştür. Bundan 71 gün sonra yorgunluk, kas ağrısı, boğaz ağrısı, baş ağrısı, sub-febril ateş ve ara sıra kuru öksürük şikayetleri sonrası alınan RT-PCR testi pozitif olarak değerlendirilmiştir. Toraks BT incelemesi normal olarak raporlanmıştır. Vakalar, bu konuda literatürde yer alan benzer yayınlar ve her iki klinik durumda izole edilen suşların genom dizilimlerinin incelendiği çalışmaların sonuçları ile ayrıntılı olarak tartışılmıştır.

17. 
Dapsona bağlı gelişen methomoglobinemide metilen mavisi ve hiperbarik oksijen tedavisi
Methylene blue and hyperbaric oxygen treatment in dapson-induced methemoglobinemia
Gülhan Kurtoğlu Çelik, Selda Kıdak Özkaya, Nazlı Görmeli Kurt
doi: 10.5505/amj.2021.33340  Sayfalar 184 - 189
Methemoglobinemi, kanda aşırı methemoglobin bulunması durumudur. Methemoglobinemi, siyanozun ayırıcı tanıları arasında düşünülmesi gereken, nadir görülen fakat klinik olarak önemli bir durumdur, teşhisi hızlı ve nispeten kolay bir prosedürdür. Acil hastaların tedavisinde; yüksek akım O2 (HFO2) mevcut hemoglobinin doygunluğunu sağlamak için önemlidir. Metilen mavisi, ilaçların indüklediği semptomatik methemoglobinemi (göğüs ağrısı, nefes darlığı veya konfüzyon gibi hipoksi bulguları) veya MetHb düzeyleri>%20 olan asemptomatik hastalarda ilk seçenek tedavidir. 19 yaş kadın hasta acil servisimize suisid amaçlı 2,5 gram dapson alımı sonrası başvurduğu başka bir merkezden kan gazında ölçülen methomoglobinemi seviyesi %34 ölçülmesi üzerine getirildi. Yüksek akım oksijen tedavisine yanıt vermeyen hastaya hiperbarik oksijen tedavisi 90 dakika süreyle yapıldı. Bu vaka sunumunda, standart metilen mavisi tedavisine yanıt vermeyen hipoksik ve siyanozlu methemoglobinemi hastası anlatmak istedik.

DERLEME
18. 
Obezite ve ağız-diş sağlığı
Obesity and oral-dental health
Fatma Dilara Baysan, Melek Dilek Turgut
doi: 10.5505/amj.2021.98159  Sayfalar 190 - 202
Obezite, çağımızın sağlık sorunlarının en önemlilerindendir. Günümüzde, tüm dünyada obezite prevalansı artmakta olup bu durum sadece yetişkin bireyleri değil, çocukları ve gençleri de etkilemektedir. Obezite, kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet, bazı kanser türleri, solunum sistemi hastalıkları, kas-iskelet sistemi hastalıkları gibi pek çok sağlık probleminin oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bununla birlikte, gerek obeziteye neden olan davranışsal faktörler gerekse obezitenin vücutta yarattığı değişiklikler ağız ve diş sağlığını da tehdit edebilmektedir. Literatürde obezitenin diş çürüğü, periodontal hastalık ve tükürük üzerindeki etkisinin araştırıldığı çok sayıda çalışma yer almaktadır. Bu derlemenin amacı, çeşitli alanlardaki sağlık personelinin obezitenin yol açabileceği ağız ve diş sağlığı problemleri açısından farkındalıklarını artırmaktır.

19. 
Transgender bireylerin birinci basamak sağlık bakım ilkeleri
Primary health care principles for transgender individuals
Muzaffer Serdar Deniz, Didem Özdemir, Bekir Cakir
doi: 10.5505/amj.2021.80000  Sayfalar 203 - 216
Cinsiyet çeşitliliğine ilişkin görünen artış, genel sağlık çalışanlarının bu grupla karşılaşma olasılığının da artmasına yol açmıştır. Birinci basamak sağlık hizmetinde çalışan hekimlerin nitelikli ve kapsamlı bir sağlık hizmeti verebilmeleri için hastaların cinsel yönelimlerinin ve cinsiyet kimliklerinin farkında olmaları ve yaklaşımları önemlidir. Trans bireylerin sağlık gereksinimleri ve sağlık hizmetlerine erişimde yaşadıkları sorunlar dikkate alındığında birinci basamakta bu kişilerin yönetimi oldukça önem kazanmaktadır. Birinci basamak sağlık hizmetlerinde trans erkekler ve trans kadınlar için birincil, ikincil ve üçüncül koruma sağlanabilmektedir. İdeal olarak, trans bireylere sunulan sağlık hizmetleri birinci basamakta sağlık hizmeti veren hekimler ile psikiyatristler, endokrinologlar ve cerrahları içeren multidisipliner yaklaşımı gerektirmektedir. Bu derlemenin amacı, güncel kılavuzlardan yararlanarak trans bireylerin yönetimi ile ilgili esasları ve sunulması gereken sağlık hizmetlerini özetlemek ve bu konuda birinci basamakta sağlık hizmeti veren hekimlere yardımcı olmaktır.

EDITÖRE MEKTUP
20. 
Hayat Eve Sığar Uygulaması Yoğunluk Haritasından İstanbul’un İlçeleri ve Bölgelerinin Covid-19 Riskinin Skorlanması
Scoring the Covid-19 Risk of Districts and Regions of Istanbul from the Density Map of Hayat Eve Sigar Application
Bekir Aktura, Kursad Koc, Mustafa Andaç Derinpınar, Nilüfer Aktura
doi: 10.5505/amj.2021.48379  Sayfalar 217 - 219
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale