ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Koroner Arter Hastalığı Tanılı Hastalarda Tedaviye Uyumun Polifarmasi ve Multimorbidite İle İlişkisinin Değerlendirilmesi Evaluation of The Association of Medication Adherence With Polypharmacy and Multimorbidity in Patients With Coronary Artery Disease Sercan Bulut, Didem Kafadar, Elvan Yakupoğlu, Ertuğrul Okuyandoi: 10.5505/amj.2020.67044 Sayfalar 777 - 789 GİRİŞ ve AMAÇ: Koroner arter hastalığı (KAH) tanısı alan hastaların sıklıkla eşlik eden hastalıklarının da olması nedeniyle tedavide birçok ilacın birlikte kullanılmasıyla hastalığın yönetiminde tedaviye uyum önem kazanmaktadır. Tedaviye uyumsuzluk ilaçların doz ve kullanım saatlerine uyulmaması nedeniyle ortaya çıkabilir. Bu çalışmada KAH tanılı hastalarda polifarmasi ve multimorbiditenin tedavi uyum ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel bir araştırma olan bu çalışma; polikliniğe başvuran KAH tanısı almış ≥ 40 yaş hastalarla gerçekleştirilmiştir. Araştırmacılar tarafından hazırlanan sosyodemografik özelliklerin, hastalık öykülerinin, ilaç kullanımlarının sorulduğu soru formu yüz yüze görüşmelerde doldurulmuştur. Günlük kullanılan ilaç sayıları <4, 4-6 ve ≥7 ilaç olarak değerlendirilmiştir. Tanımlayıcı ve analitik istatistikler ile veriler değerlendirilmiştir. BULGULAR: Çalışmaya alınan 144 KAH tanılı hastanın 74’ü tedaviye uyum gösteriyordu. Tedaviye uyum göstermeyen 70 hastanın yaş ortalamasının tedaviye uyumlu hastalardan daha düşük olduğu(p=0,001) ancak cinsiyet ve medeni durumları arasında fark olmadığı görülmüştür. Hipertansiyonu olan hastaların tedaviye daha uyumlu olduğu bulunmuştur(p=0,032). Tedaviye uyum gösteren hastalarda, günlük ≥7 ilaç kullanımının, ilaç kullanım sürelerinin ve hastaneye yatış sayısının daha yüksek olduğu gözlenmiştir (sırasıyla; p=0,034; p=0,005; p=0,001). TARTIŞMA ve SONUÇ: İlaç kullanım süresinin, günlük ilaç sayısının, hastaneye yatış sayısının, yaşın ve eşlik eden hastalıkların KAH tanılı hastalarda tedavi uyumunu etkilediği görülmüştür. Kullanılan günlük ilaç sayısı azaldıkça tedavi uyumunun azaldığı gözlenmiştir; bu durumun KAH ile ilgili farkındalığın yetersiz olmasıyla ilişkili olabileceğini ve günlük pratikte KAH tanılı hastalarda tedavi uyumunun araştırılmasının gerekli olduğunu düşünmekteyiz. |
2. | Basit ve komplike apandisitli erişkinlerde idrar analizinin değerlendirilmesi Evaluation of urine analysis in adults with simple and complicated appendicitis Handan Özen Olcay, Emine Emektar, Meral Tandoğan, Tuba Şafak, Hakan Bulus, Yunsur Cevikdoi: 10.5505/amj.2020.66934 Sayfalar 790 - 797 GİRİŞ ve AMAÇ: Akut apandisit sık görülen abdominal acillerden biridir. Bu çalışmada yetişkin acil servis popülasyonunda basit apandisit ve komplike apandisiti ayırmada rutin idrar tahlilinin kullanılabilirliğini değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 18 yaş üzeri patolojik tanısı akut apandisit olan ve acil serviste idrar analizi yapılmış hastalar dahil edildi. Eksik verisi olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Patoloji raporlarına göre, hastalar basit ve komplike apandisit olarak sınıflandırıldı. BULGULAR: Basit apandisit grubu ile karşılaştırıldığında komplike apandisit grubunda, idrar keton cisimleri, protein ve nitrit sayımı anlamlı olarak daha yüksekti (tüm değerler için p <0,05). Çok değişkenli lojistik regresyon analizinde, keton cisimleri ve idrar nitrit pozitifliği komplike apandisit varlığını tahmin etmede istatistiksel olarak anlamlı bulundu (tüm değerler için p <0,001). TARTIŞMA ve SONUÇ: İdrar analizi, akut batından şüphelenilen hastalarda yapılan rutin testlerden biridir. Bu nedenle, biz idrar tahlilinde idrarda keton ve nitrit pozitifliğinin komplike apandisit açısından uyarıcı olabileceğini düşünüyoruz. |
3. | Diyabet Hastalığı Olan Kadınlarda Cinsel İşlev Bozukluklarının Sıklığı ve Diyabetik ve Demografik Faktörlerle İlişkisi: Bir Meta-analiz ve Meta-regresyon Çalışması The Prevalence of Sexual Dysfunctions in Women with Diabetes and Its Relationship with Diabetic and Demographic Factors: A Meta-analysis and Meta-regression Study Görkem Karakaş Uğurlu, Mustafa Uğurludoi: 10.5505/amj.2020.86547 Sayfalar 798 - 813 GİRİŞ ve AMAÇ: Diyabet hastalarında cinsel işlev bozukluklarının (CİB) sıklığına dair çalışmalar, cinsel psikofizyoloji çok sayıda değişkenden etkilenebildiği için, oldukça farklı sonuçlar üretmektedir. Bu farklı sonuçları konsolide edecek yöntemlerle yapılmış bölgesel çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu meta-analiz çalışmasının amacı diyabet hastalığı olan kadınlarda CİB yaygınlığını ortaya koymak ve CİB yaygınlığı üzerine olası diyabetik ve demografik değişkenlerin etkilerini incelemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu meta-analiz çalışması için literatür “Google Akademik” veri tabanı ile taranmıştır. Ocak 2000 ile Ağustos 2020 tarihleri arasında Türkiye’de yapılmış diyabet hastalığı olan kadınlarda CİB araştıran gözlemsel çalışmalar dahil edilmiştir. BULGULAR: Diyabetik kadınlarda CİB yaygınlığı rastgele etkiler modeline göre %58,95 bulunmuştur. Uyarılma, istek, ağrı, doyum, lubrikasyon ve orgazm bozuklukları ise sırasıyla %57,75, %56,63, %45,63, %40,22, %38,61 ve %49,25 olarak saptanmıştır. Meta-regresyon sonuçlarına göre CİB üzerine HbA1c, diyabet hastalığının süresi, yaş ve vücut kitle indeksinin etkisi saptanmamıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Türkiye’de diyabet hastalığı olan kadınlarda CİB’in yaygınlığı genel popülasyondan yüksektir. Tanı koymada yaşanan olası sorunlar da dikkate alındığında bu hastaların mutlaka CİB bakımından sorgulanmaları ve gerekli hastaların özelleşmiş kliniklere yönlendirilmeleri gereklidir. |
4. | Tip 1 Diyabetli Çocukların Kaygı ve Depresyon Düzeyleri ile Ebeveynlerinin Yılmazlık ve Başa Çıkma Tutumları Arasındaki İlişki Relationship Between the Anxiety and Depression Levels of Children with Type 1 Diabetes and the Resilience and Coping Attitudes of their Parents Özlem Kara, Mehmet Erdem Uzundoi: 10.5505/amj.2020.79095 Sayfalar 814 - 824 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma ile T1DM’li çocukların kaygı ve depresyon durumunu belirleyerek, bu durumun ebeveynlerin başa çıkma tutumları ve yılmazlık düzeyleri ile olan ilişkisini ve glisemik kontrol üzerine olan etkilerini saptamayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza toplam 71 hasta ve bu hastaların ebeveynleri alınmıştır. Çocuklara, Çocuk Depresyon Ölçeği (ÇDÖ) ve Çocuklar İçin Anksiyete Tarama Ölçeği (ÇATÖ), ebeveynlerine Başa Çıkma Tutumlarını Değerlendirme Ölçeği (BÇTDÖ) ve Aile Yılmazlık Ölçeği (AYÖ) uygulanmıştır. Tüm katılımcılara kişisel bilgi formu doldurulmuştur. Hastaların glisemik kontrol düzeyleri son bir yıldaki ortalama glikolize hemoglobin (HbA1c) düzeylerine göre değerlendirilmiştir. BULGULAR: Annenin yılmazlık düzeyi arttıkça çocuğun depresyon durumunun azaldığı görülmüştür. Anne ve babada en fazla sorun odaklı başa çıkma tutumu olduğu gözlendi. Başa çıkma tutumlarının alt ölçekleri değerlendirildiğinde; diyabet süresi ile annenin ‘zihinsel boş verme’, babanın ise ‘aktif baş etme’, ‘plan yapma’ ve ‘sosyal destek kullanımı’ arasında negatif ilişki saptanmıştır. Yine annenin başa çıkma tutumu alt ölçeğinden ‘şakaya vurma’ ile çocuğun depresyon durumu arasında ve ‘aktif baş etme’ ile çocuğun anksiyete düzeyi arasında pozitif ilişki saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Kronik hastalığa sahip çocukları olan ebeveynler farklı başa çıkma tutumları sergilemektedirler. Bu tutumlar çocuk üzerinde değişik etkilere neden olmaktadır. Sonuçta ailelerin uygun baş etme stratejilerini kullanmaları çocukları üzerinde olumlu etki yaratacaktır. Bu konuda aileleri yönlendirmek önem arz etmektedir. |
5. | Tip 2 Diabetes Mellitus Hastalarında HbA1c ile MPV ve PDW Düzey İlişkisinin Değerlendirilmesi Evaluation of the Relationship Between HbA1c with MPV and PDW Levels in Patients with Type-2 Diabetes Mellitus Hacer Dinçoğlu, İrep Karataş Eraydoi: 10.5505/amj.2020.80764 Sayfalar 825 - 834 GİRİŞ ve AMAÇ: Diyabetik hastalardaki mortalite ve morbiditenin çoğundan zamanla gelişen makrovasküler ve mikrovasküler komplikasyonlar sorumludur. İyi glisemik kontrol ile MPV ve PDW düzeylerinin azalması sağlanabilir ve böylece hastalarda vasküler komplikasyonlar önlenebilir ya da geciktirilebilir. Bu çalışmanın amacı Tip 2 Diabetes Mellitus (DM) hastalarında HbA1c ve artmış MPV ve PDW düzeyleri ilişkisini değerlendirmekti. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma, Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği ve Endotem polikliniklerine Haziran 2016-Nisan 2017 tarihleri arasında genel sağlık kontrolü amaçlı başvurmuş ve Tip 2 DM tanısı ile takipli 18 yaş üzeri hastaların demografik bilgileri ve laboratuvar kayıtlarının retrospektif olarak incelenmesi ile gerçekleştirilmiştir. BULGULAR: Toplamda 112 diyabetik, 33 non diyabetik kriterleri karşılayan; biyokimyasal verileri mevcut olan 145 hasta çalışmaya alındı. Kontrol grubu (n=33) diyabetik hasta grubu HbA1c≤ %7 (n=46) ve HbA1c > %7 (n=66) olmak üzere 2 gruba ayrıldı. HbA1c değerlerine göre MPV ve PDW değerleri arasında istatiksel olarak anlamlı pozitif korelasyon saptanmıştır (sırasıyla p1=0,001, p2=0,001ve p3=0,001). TARTIŞMA ve SONUÇ: Mevcut glisemik disregülasyon vasküler komplikasyona neden olan MPV ve PDW gibi trombosit aktivasyon belirteçlerinin artışına sebep olmaktadır. Bizim çalışmamızın sonucunda MPV’nin ve PDW’nin, DM progresyonunu izlemek ve dolaylı olarak birinci basamak sağlık hizmetlerinde vasküler komplikasyonların önlenmesinde, taranmasında basit ve düşük maliyetli testler olarak kullanılabileceği düşünülmektedir. Böylece erken tanı ve uygun tedavi ile diyabetik vasküler komplikasyonların gelişimi ve ilerlemesi geciktirilebilir. |
6. | Sigara Bırakma Polikliniğinde Psikiyatri Konsültasyonu Yapılan Olguların İzlemi Follow-Up of Patients Who Underwent A Psychiatric Consultation at The Smoking Cessation Polyclinic Hatice Kilic, Emine Argüder, Ayşe Çağlar, Mustafa Uğurlu, Hatice Canan Hasanoğlu, Ayşegül Karalezlidoi: 10.5505/amj.2020.37974 Sayfalar 835 - 843 GİRİŞ ve AMAÇ: Sigara ve tütün kullanımı olan olgularda anksiyete bozukluğu, depresyon ve diğer psikiyatrik bozukluklar daha sık bir arada görülmektedir. Bu çalışmada sigara bırakma polikliniğine başvuran ve ilk değerlendirmede psikiyatri polikliniğine konsülte edilen ve edilmeyen olgular arasında 1. yıl sonunda sigara bırakma açısından farklılık olup olmadığını araştırmak amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Sigara bırakma polikliniğimize 2017 yılında başvuran toplam 197 olgu çalışmaya dahil edildi. Sigara bırakma polikliniğine başvuran olgular içerisinde Hastane Anksiyete ve Depresyon ölçeği puanlarına göre psikiyatri bölümüne konsülte edilen 96 olgu “grup 1” ve psikiyatri konsültasyonu yapılmayan 101 olgu ise “grup 2” olarak sınıflandı. Tüm olguların demografik verileri sigara içme tutum ve davranışları, komorbid hastalıkları, aldıkları tedaviler ve 1. yılda sigara bırakma durumları kaydedildi. BULGULAR: Grup 1 ve grup 2 olgular karşılaştırıldığında 1. yılda sigara bırakma oranları açısından anlamlı farklılık yoktu [Ngrup 1 sigara bırakanlar= 22 (%22,90), Ngrup 2 sigara bırakanlar= 23 (%22,70), p=0,67]. Alt grup analizinde 1. Yıl sigara bırakan olgularda; grup 1 olguların grup 2 olgulara göre daha yüksek oranlarda davranışsal tedavi ve NRT tedavisi aldıkları görüldü (Ngrup 1 sigara bırakanlar= 33 (%44,60), Ngrup 2 sigara bırakanlar= 17 (%21,80); p=0,002). Grup 2 olguların ise grup 1 olgulara göre davranışsal tedavi ve vareniklin tedavisini daha fazla aldıkları belirlendi [Ngrup 1 sigara bırakanlar= 6 (%8,10), Ngrup 2 sigara bırakanlar= 33 (%51,10); p=0,002]. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sigara bırakma polikliniğine başvuran ve tarama testlerine göre psikiyatrik değerlendirme ihtiyacı olduğu saptanan olguların, etkin farmakolojik ve psikiyatrik destekle anksiyete ve depresyon skoru düşük olgulara benzer oranlarda sigarayı bırakabildiği görülmüştür. Bu nedenle olguların anksiyete depresyon açısından değerlendirilerek psikiyatri polikliniklerine yönlendirilmesinin ve bu hastaların sigara bırakma programlarının psikiyatri ile eş zamanlı yürütülmesinin önemli olduğu düşünülmüştür. |
7. | Koroner Arter Hastalığı Riskini Öngörmede Major Risk Faktörleri ve Metabolik Sendrom Kriterlerinin Değerlendirilmesi Evaluation of Major Risk Factors And Metabolic Syndrome Criteria In Predicting Coronary Artery Disease Risk Nagihan Beştepe, Ömer Dönderici, Burcu Demirkandoi: 10.5505/amj.2020.93276 Sayfalar 844 - 857 GİRİŞ ve AMAÇ: Metabolik sendrom (MS) kavramı, temelinde yatan insülin direnci (İR) ve kardiyovasküler hastalığa ait risk faktörlerinin kümelenmesi nedeni ile kritik bir öneme sahiptir. Biz bu çalışmamızda geleneksel kardiyovasküler risk faktörlerinin yanında MS kriterlerinin kardiyovasküler riski öngörmedeki değerini araştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma tanısal amaçla koroner anjiyografi (KAG) yapılan 264 hasta üzerinde yapılmıştır. KAG sonucuna göre bir veya daha fazla koroner arterinde anlamlı daralma saptanan olgular koroner arter hastalığı (KAH) grubu ve herhangi bir daralmanın saptanmadığı olgular ise kontrol grubu olarak kabul edildi. KAH ve kontrol grubu, klasik risk faktörleri ve MS kriterleri açısından karşılaştırıldı. Hastalarda klasik risk faktörleri ve MS parametreleri regresyon analizi ile değerlendirilerek risk öngörüleri hesaplandı. BULGULAR: Olguların 103’ü kadın (%39,01) ve 161’i erkekti (%60,98). Kadın olguların yaş ortalaması 57,91±9,97 ve erkek olguların yaş ortalaması 58,63±10,21 bulundu. MS kriterlerinin görülme sıklığına bakıldığında kadınlarda bel çevresi (BÇ) yüksekliği, erkeklerde HDL-K düşüklüğü ve her iki cinste TG yüksekliği ön planda idi. MS, KAH riskini öngörmede anlamlı değildi ancak BÇ’deki her 1 cm lik genişleme, her iki cinste de KAH riskinde artışla ve kalça çevresindeki (KÇ) her 1 cm lik artış ise KAH riskinde azalma ile sonuçlandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda MS’un kadınlarda yüksek BÇ ve erkeklerde ise HDL-K düşüklüğü ile birlikte ortaya çıktığını gözlemledik. Bu durum düşük HDL-K’nın etnik özelliğimiz olduğu varsayımını desteklemekle birlikte toplumumuzda kardiyovasküler olaylarla yakından ilişkili MS kriterlerini belirlemek için, özellikle de HDL-K ve BÇ açısından yeni çalışmalara ihtiyaç olduğunu göstermektedir. |
8. | Lise Öğrencilerinde Kronik Hastalık Prevalansı ve COVID-19 Risk Düzeyleri Chronic Disease Prevalence and COVID-19 Risk Levels in High School Students Gökmen Özceylan, Dilek Toprak, Nurhan Doğandoi: 10.5505/amj.2020.72473 Sayfalar 858 - 868 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda kronik hastalık durumuna göre öğrencilerin COVID-19 risk düzeylerini belirlemeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın evrenini Tekirdağ ili Çorlu ilçesinde bulunan lise öğrencileri (n = 8,926) oluşturmaktadır. Öğrencilere kronik hastalıkları olup olmadığı, bu kronik hastalıklar için ilaç kullanıp kullanmadıkları ve bu kronik hastalıkları nedeniyle bir sağlık kuruluşuna düzenli ziyaretlerinin olup olmadığı soruldu. Her bir katılımcı için COVID-19 risk seviyeleri belirlendi. Tanımlayıcı istatistikler, bağımsız grupların karşılaştırılmasında kategorik veriler için ki-kare testi ve sayısal veriler için t testi kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p <0,05 olarak kabul edildi. BULGULAR: Katılımcıların ortalama yaşı 15,71 ± 1,13 yıl (min14, maks18) idi. Bunların %52,27'si (n=4.666) erkektir. Katılımcıların %9.06'sında (n=809) en az bir kronik hastalık vardı. Çalışma süresince kronik bir hastalığa bağlı olarak en az bir ilacı aktif olarak kullanan öğrencilerin oranı %5,96’idi (n = 532). En az bir sağlık kurumu tarafından aktif olarak takip edilenlerin oranı %3,71’idi (n=331). Kızların COVID-19 ile ilişkili riskleri erkeklere göre daha yüksekti (p=0.019). COVID-19 riski açısından yaşa, okul türüne, okul kategorisine ve sınıfa göre dağılımda anlamlı farklılık bulunmadı (p> 0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Öğrencilerde kronik hastalık prevalansının tespiti, COVID-19 hastalığının seyri üzerinde olumlu bir etkiye sahip olabilir ve bu, sınırlı sağlık kaynaklarını etkin bir şekilde kullanmayı ve eğitim sistemini buna göre doğru planlamayı mümkün kılabilir. |
9. | Türkiye’de Covid-19 Normalleşme Sürecinde Hastaların Dental Tedavilere Bakış Açısının Ve Kurum Tercihlerinin İncelenmesi Investigation of Patients' Perspective On Dental Treatments And Institution Preferences In Covid-19 Normalization Process In Turkey Onur Sahin, Sezgi Cinel Sahindoi: 10.5505/amj.2020.87059 Sayfalar 869 - 881 GİRİŞ ve AMAÇ: 2020 Haziran itibariyle Türkiye'de başlatılan COVID-19 normalleşme sürecinde, hastaların dental uygulamalar ve koruyucu önlemlerle ilgili düşüncelerini değerlendirmek ve bulaş riskine yönelik düşüncelerini kurum tercihlerine göre karşılaştırmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Haziran 2020 itibariyle, Ağız ve Diş Sağlığı Merkezlerine (ADSM), Diş Hekimliği Fakültelerine ve özel kliniklere başvuran hastalara, COVID-19 ve hasta ilişkili soruları içeren bir anket doldurtuldu. Çalışma verileri tanımlayıcı istatistiksel metotlar ve Ki-kare testi kullanılarak analiz edildi. Anlamlılık p<0,01 ve p<0,05 düzeylerinde değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmaya toplamda 765 hasta (339 kadın, 426 erkek) katılmıştır. Katılımcıların %69,30’unun dental tedaviler için özel klinikleri, %18,80’inin Diş Hekimliği Fakültelerini ve %11,90’ının ise ADSM’leri tercih ettiği tespit edilmiştir. Hastaların COVID-19 riskine karşı kendini yeterince korunduğunu düşünme durumu, COVID-19 salgınının kontrol altına alındığını düşünme durumu ve bekleme alanındaki kalabalığın endişe yaratması durumu ile kurum tercihleri arasında istatistiksel ilişki olduğu saptanmıştır (p<0,05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastalara özellikle pandemi sürecinde güvenle başvurabilecekleri bir ortamın sunulabilmesi gereklidir. Bu nedenle en yoğun hasta başvurusunun olduğu kurumlar olması dolayısıyla, ADSM’nin ve Diş Hekimliği Fakültelerinin, hasta beklentilerini karşılayacak ortamı sağlayabilmesi, hastaları bilgilendirmesi ve pandeminin en az zararla atlatılabilmesi açısından normalleşme sürecine katkıda bulunması oldukça kritiktir. |
10. | Bir Araştırma Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin Kültürlerarası Duyarlılıkları Ve Göçmen Hastalar İle İlgili Görüşleri Intercultural Sensitivity and Opinions of Nurses Working in a Research Hospital on Immigrant Patients Huri Seval Gönderen Çakmak, EMİNE Özer Küçük, Ezgi Ağadayı, Rabia Kahvecidoi: 10.5505/amj.2020.80488 Sayfalar 882 - 894 GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırma bir araştırma hastanesinde çalışan hemşirelerin kültürlerarası duyarlılıklarının ve göçmen hastalar ile ilgili görüşlerinin saptanması amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma, araştırmaya dahil olma kriterini karşılayan ve çalışmaya katılmaya gönüllü olan 200 hemşire ile yürütülmüştür. Araştırma verileri, “Hemşirelerin sosyo-demografik özellikleri bilgi formu” ve “Kültürlerarası Duyarlılık Ölçeği aracılığıyla toplanmıştır. Verilerin analizinde ortalama ± standart sapma ve frekans ve yüzde değerleri, Bağımsız gruplar t-testi ve Tek yönlü varyans analizi (ANOVA) testi kullanılmıştır. BULGULAR: Hemşirelerin Kültürlerarası Duyarlılık Ölçeği toplam puan ortalaması 77,24±6,18 olarak bulunmuştur. Kültürlerarası Duyarlılık Ölçeği toplam puan açısından değerlendirildiğinde eğitim durumu ile ölçek puanı arasında istatistiksel anlamlı bir fark çıkmıştır (F: 1,743, p: 0,014). Kültürlerarası duyarlılık ölçeğinin iletişimde dikkatli olma alt boyutu ile iletişim kurma şekli arasında anlamlı bir fark olduğu bulunmuştur (F: 2,921 p: 0,001). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada hemşirelerin kültürler arası duyarlılık düzeyinin yaklaşık orta düzeyde olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin yaklaşık %70 inin göçmen hastalarla ilgili bakım verirken bakım konusunda farklı bir his yaşamadıkları saptanmıştır. Kurumlarda kültürler arası duyarlılığın geliştirilmesi amacıyla kültürel duyarlılıkla ilgili duygusal-bilişsel-davranışsal eğitimlerin gibi hizmet içi eğitim programlarının yer alması ve hemşirelik eğitim müfredatında kültürler arası duyarlılığın geliştirilmesine ve yabancı dil yeterliliklerini artırmaya yönelik konulara yer verilmesi önerilmektedir. |
11. | Üriner Sistem Enfeksiyonu Olan Çocuklarda Üst Üriner Sistem Enfeksiyonunun Ayırt Edilmesinde CRP/Albümin Oranının Kullanılması Use of CRP/Albumin Ratio In The Differentiation of Upper Urinary System Infection In Children With A Urinary System Infection Hatice Güneş, Meliha Kütükçüdoi: 10.5505/amj.2020.22438 Sayfalar 895 - 903 GİRİŞ ve AMAÇ: İdrar yolu enfeksiyonları (İYE) çocukluk çağında sık görülen enfeksiyonlardır. Enfeksiyonun seyri ve klinik takibi lokalizasyonuna göre (alt ve üst) değişir. C-reaktif protein (CRP) albümin oranı (CAO), son yıllarda kullanılan enflamatuar belirteçlerden biridir. Çalışmamızın amacı CAO kullanarak bu ayrımı araştırmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, İYE tanısı almış 95 çocuğun hasta dosyaları taranarak gerçekleştirildi. Hastalar enfeksiyon bölgesine göre üst İYE (Ü-İYE) ve alt İYE (A-İYE) olarak iki gruba ayrıldı. Hastaların laboratuvar ve demografik özellikleri hastane kayıtlarından elde edilmiş ve gruplar arasında karşılaştırılmıştır. BULGULAR: CAR, Ü-İYE grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (p <0,001). Alıcının çalışma karakteristik eğrisine göre, Ü-İYE tahmini için CAO'nın optimal kesme değeri>% 97 özgüllüğü ve% 53 duyarlılığı olan> 12,65 idi (AUC = 0,864; % 95 güven aralığı CI: 0,792– 0,9363, LR: 24,40; p <0,001). Univaryant analizde anlamlı bulunan ve Ü-İYE ile korele olan değişkenlerin de alınarak yapıldığı çok değişkenli lojistik regresyon analizinde CAO (OR = 0,897,% 95 CI: 0,838-0,960, p = 0,002) ve mutlak nötrofil sayısının (OR = 0,182,% 95 CI: 0,039-0,841, p = 0,029) halen anlamlı olduğu bulundu. TARTIŞMA ve SONUÇ: CAO, İYE'de Ü-İYE ile bağımsız olarak ilişkilidir ve Ü-İYE'yi tahmin etmek için yararlı olabilir. |
12. | Huzursuz Bacak Sendromunda Islak Kupa Yönteminin Hastaların Semptom Düzeyi ve Uyku Kalitesi Üzerine Etkisi The Effect of Wet Cupping Therapy on Patients' Symptom Level and Sleep Quality on Restless Leg Syndrome Gülsüm Yurttutan, Basri Furkan Dağcıoğludoi: 10.5505/amj.2020.02703 Sayfalar 904 - 916 GİRİŞ ve AMAÇ: Huzursuz bacak sendromu (HBS), ekstremitelerde anormal duyularla giden, genellikle geceleri semptomların belirginleştiği, rahatsızlık veren, ekstremiteleri hareket ettirme isteği uyandıran kronik bir hastalıktır. HBS semptomlarının nedenleri henüz net olarak açıklanamadığı için tedavi de semptomları hafifletmeye yönelik yapılmaktadır. Bu çalışmada kupa terapinin HBS üzerine etkinliğini araştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız Ankara Şehir Hastanesi Nöroloji ve Aile Hekimliği Polikliniklerinde Ocak 2019 ve Aralık 2019 tarihleri arasında yürütüldü. Huzursuz Bacak Sendromu tanısı almış iki hasta grubu oluşturuldu. Birinci grup mevcut haliyle pramipeksol tedavisi alan hastalardan ikinci grup ise medikal tedavi almamış hastalardan oluşturuldu. Her iki gruba bir ay ara ile 2 seans kupa terapi yapıldı. Hastalara ıslak kupa terapi öncesi ve sonrası Pittsburgh Uyku Kalite İndeksi (PUKİ) ve Huzursuz Bacak Sendromu Şiddet Skalası (HBSŞS) uygulanarak her iki grupta skorlar karşılaştırıldı. BULGULAR: Birinci grupta ıslak kupa terapi uygulamasından sonra dört HBSŞS alt kategorisinde (hareket etme ihtiyacı, uyku bozukluğu, şikayetlerin günlük ortalama şiddeti ve HBSŞS toplam puanı) belirgin düşme olduğu saptandı. İkinci grupta ise, işlem sonrasında altı kategoride (HBS şikayetlerinin oranı, hareket etme ihtiyacı, uyku bozukluğu, yorgunluk ve uyku hali, HBS şikayetlerinin sıklığı, şikayetlerin günlük ortalama şiddeti) anlamlı düşme oldu. İkinci grupta PUKİ kategorilerinden uyku latansı, gündüz işlev bozukluğu ve PUKİ toplam puanı anlamlı oranda düzeldi (sırasıyla p=0,041, p=0,024, p=0,025). Prosedür sonrasında ikinci grubun HBSŞS puanlarının daha belirgin düştüğü saptandı (p=0,012). TARTIŞMA ve SONUÇ: Medikal tedavi almayan grupta ıslak kupa terapinin semptomları azaltmada daha etkin olduğu görüldü. Özellikle hafif şikayetleri olan HBS’li hastalara semptomları azaltmak amacıyla ıslak kupa terapisi önerilebilir. Kupa terapinin etkinliğini inceleyen ileri bilimsel çalışmalarla, bu tedavinin etki mekanizmasının netleşeceği ve daha etkin ve güvenli bir şekilde uygulanabileceği düşünülmektedir. |
13. | 65 Yaş Üstü Bireylerde Düşkünlük ve Egzersiz Düzeyleri Frailty and Exercise Levels in Individuals Over the Age of 65 Aynur Yalçıntaşdoi: 10.5505/amj.2020.53215 Sayfalar 917 - 925 GİRİŞ ve AMAÇ: Yaşlı bireylerin dünyada ve ülkemizde nüfusları giderek artmaktadır. Birinci basamak, yaşlı kişiler için kolay ulaşılabilir olması nedeniyle daha çok tercih edilmektedir. Yaşlanma ile genellikle multimorbidite ve düşkünlük durumları artarken, egzersiz düzeyleri azalmaktadır. Araştırmamızda yaşlılarda düşkünlük düzeyleri ile egzersiz yapma oranları arasındaki ilişkiyi araştırmak amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Konya Karatay 09 Nolu Aile Sağlığı Merkezi’nde tanımlayıcı-kesitsel bir çalışma yapıldı. Araştırmanın örneklemini Aile Hekimliği birimine kayıtlı 65 yaş ve üstü dönemdeki 243 kişi oluşturdu. Bireylere yüz yüze görüşme metodu ile sosyo-demografik özellikleri, FRAIL skorlaması ve haftalık egzersiz süreleri soruldu. BULGULAR: Araştırmaya katılan 243 kişinin yaş ortancası 72 (min=65, maks=94), %53,10’u kadın, %63’ü 65-74 yaş grubunda ve %69,50’si evliydi. FRAİL düşkünlük düzeyine göre %15,60’ı düşkündü. Katılımcıların %93,80’inin fiziksel aktivite düzeyi yetersizdir. Fiziksel aktivite düzeyine göre yaş grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p=0,009). Fiziksel aktivite düzeyine göre multimorbidite varlığı ve FRAİL düşkünlük düzeyi dağılımı arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (her ikisinde p≤0,001). TARTIŞMA ve SONUÇ: Düşkünlük yönetilebilen bir durumdur ve bireyler düşkünlük öncesi dönemde yakalanabilirse tedavi etme şansı o kadar fazla olacaktır. Aile Hekimleri, başvuru sebeplerinden bağımsız olarak 65 yaş ve üzeri tüm bireylerde egzersiz ile ilgili farkındalık oluşturmalıdırlar. |
14. | Hastaların, Hekimlerin Hakları Konusundaki Farkındalıkları, Hastalık Algısı ve Kişilik Tiplerinin Hekimin Haklarına Etkisi Awareness of Patients About The Physicians’ Rights, The Effect Of Illness Perception And Personal Types On The Physicians’ Rights Eray Serdar Yurdakul, Oktay Sarıdoi: 10.5505/amj.2020.36097 Sayfalar 926 - 943 GİRİŞ ve AMAÇ: Hasta ve hekim hakları beraber ele alınması gereken unsurlardır. Literatürde daha çok hasta haklarıyla ilgili araştırma makaleleri yer almaktadır. Sadece hasta haklarını ön plana çıkarmak, hekimin haklarını göz ardı etmek iletişim sorunlarını karşımıza çıkarır. Çalışmamızda hastaların hekim hakları konusundaki bilgi düzeyleri ve tutumlarını araştırdık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemize herhangi bir yakınma ile müracaat eden hastalara, hekim haklarıyla ilgili araştırmacılar tarafından hazırlanan anket uygulanmıştır. Anket formunda katılımcıların sosyodemografik özellikleri, kişilik özelliklerini belirlemeye yönelik “Fried ve Rosenman’ın Kişilik Envanteri” ve hastaların hastalık algısını belirlemeye yönelik Kısa Hastalık Algısı Ölçeği yer almaktadır. Ayrıca hekim hakları konusundaki hastaların bilgi ve tutum seviyelerini ölçmeye yönelik 5’li Likert tipi ölçek kullanılmıştır. Hastaların verdikleri cevaba göre bilgi ve tutum bölümleri 100 puan üzerinden hesaplanmıştır. BULGULAR: Hastaların hekim hakları konusunda bilgi seviyeleri, 100 puan üzerinden ortalama 60,65±8,53 (37-84 puan) olarak saptandı. Hastaların muayene esnasında hekim davranışlarına yönelik tutum puanları ise 41,31±6,67 (24-61 puan) olarak bulundu. Eğitim seviyeleri yüksek olan hastaların bilgi düzeyi puanları da daha yüksekti. Çalışmamızda “hastanın hastalığıyla ilgili bilgilendirme” önermesi (%91,70) en çok bilinen önerme olmuştur. En düşük puanlar “belirli koşullar altında müdavi hekimin hastanın tedavisini yarıda bırakma hakkı” olarak belirlenmiştir. Hastaların yaklaşık yarısı hekim davranışlarına yönelik kararsızım şıkkını işaretlemeleri dikkat çeken bir bulgu idi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastalarda hekim hakları konusunda farkındalık oluşturulması ve hasta hekim ilişkisinde karşılıklı hakların varlığının kabul edilmesi, hastalarla hekim arasındaki iletişim problemlerinin azaltılmasına katkı sağlayabilir. |
15. | Kateter ile İlişkili Damar İçi Enfeksiyon Etkenleri; Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesi 2018 Verileri The Pathogens of Catheter Related Bloodstream Infections in the Intensive Care Unit of Keçiören Training and Research Hospital in 2018 Leyla Ipek Rudvan Aldoi: 10.5505/amj.2020.29577 Sayfalar 944 - 950 GİRİŞ ve AMAÇ: Damar içi kateterler (DİK) günümüz tıp pratiğinde sık olarak kullanılmaktadır ve özellikle yoğun bakım ünitelerinde bazı durumlarda kaçınılmaz olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yaygın kullanım alanlarına bağlı olarak sebep oldukları komplikasyonlar nedeniyle artmış morbidite ve mortalite ile ilişkilidirler. Bu komplikasyonlardan biri enfeksiyöz komplikasyonlardır ve bunlar içerisinde en önemlisi kateter ile ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonudur (KİKDE). Bu çalışmamızda hastanemiz yoğun bakım ünitesinde tanı koyduğumuz KİKDE etkenlerini ortaya koymayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bizim çalışmamıza konu olan DİK ile ilişkili kan dolaşımı enfeksiyon (KİKDE) etkenlerini belirlemek amacıyla Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Yoğun Bakım Ünitesi’nde Ocak 2018-Aralık 2018 tarihleri arasında yatmış olan ve eş zamanlı kateter içi kan kültürü ve periferik kan kültürü alınan 216 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bu hastaların antibiyotik duyarlılık testleri "Clinical and Laboratory Standards Institute (CLSI)" kriterlerine göre disk difüzyon yöntemi kullanılarak yapılmıştır. Kateterden alınan kan ile periferik venöz kandan alınan kan kültürleri için BACTEC 9120 (Becton Dickinson, ABD) sistemi kullanılmıştır. BULGULAR: Hastaların %20.3’ünde KİKDE saptanmış olup bu olguların 6’sında E. faecium, 6’sında K. pneumonia, 6’sında A. baumanii, 6’sında S. epidermidis, 4’ünde S. capitis, 4’ünde E. faecalis ve 2’şer hastada S. aureus-P.aeroginosa-S. haemolyticus-C. albicans ve E.coli izole edilmiştir. Çalışmamizda KİKDE etkeni olarak en sık E. faecium, S. epidermidis, A. baumanii ve K. pneumoniae saptanırken 2. en sık etkenler S. capitis ve E. faecalistir. Çalışmamızı değerlendirdiğimizde KİKDE etkeni olarak 1. sırada koagülaz negatif stafilokoklar karşımıza çıkmakta 2. sırada ise enterokoklar bulunmaktadır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastanemiz yoğun bakım ünitesinin KİKDE etkenlerinin dağılım sonuçları Türkiye’nin ulusal hastane enfeksiyonları sürveyans sistemi 2012 verileri ile uyumludur. |
16. | Bir Aile Hekimliği Birimindeki Okul Çağı İzlemlerinin Retrospektif Analizi Retrospective Analysis of School Age Follow-up of Children in a Family Medicine Unit Tarık Eren Yılmaz, Muhammed Tayyib Babacandoi: 10.5505/amj.2020.71473 Sayfalar 951 - 962 GİRİŞ ve AMAÇ: Çocukların büyüme ve gelişmelerinin takibi önemli bir konudur. Nitekim aile sağlığı merkezlerinde ilgili protokol ve mevzuatlarda öğrencilerin aile hekimleri tarafından her yıl periyodik muayene /izlemlerinin yapılması gerektiği belirtilmektedir. Bu çalışmada, öğrenci izlemlerini değerlendirmek amacıyla Okulda Sağlığın Korunması ve Geliştirilmesi Programı’nın uygulandığı bir aile sağlığı birimindeki okul çağı izlemlerinin sonuçları analiz edilmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız retrospektif tanımlayıcı tipte bir gözlemsel çalışmadır. Ankara Keçiören’de bir aile hekimliği birimine 1 Ocak - 1 Haziran 2019 tarihleri arasında “Okulda Sağlığın Korunması ve Geliştirilmesi Programı” kapsamında okullardan yönlendirilerek başvuru yapan tüm öğrencilerin izlem verileri ilgili aile hekimliği bilgi sistemi (AHBS) üzerinden derlenerek değerlendirilmiştir. BULGULAR: Çalışmaya 5 aylık süreçte takipleri yapılan 230’u erkek, 231’i kız toplam 461 çocuğun izlem verileri dâhil edildi. Çalışmaya dâhil edilen çocuk ve gençlerin yaş ortalaması 11,87±3,33 olarak hesaplandı. Yaşa ve cinsiyete göre vücut kitle indeksi hesaplandığında %48,15’inin (n: 222) normal değerler haricinde olduğu tespit edildi. Öğrencilerin %27,33’ünde (n: 126) diş çürüğü, %13,66’sında (n: 63) görme bozukluğu, %10,19’unda (n: 47) obezite, %4,72’sinde (n: 22) hiperlipidemi ve %3,25’inde (n: 15) anemi tespit edildi. Tansiyonu ölçülen 4 çocukta pre-hipertansiyon, 2 çocukta Evre 1 hipertansiyon tespit edilirken işitme testi sonucu 1 öğrencide çift taraflı işitme kaybı, 2 öğrencide tek taraflı işitme kaybı olduğu görüldü. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmanın yapıldığı aile hekimliği biriminde geçmiş dönemlere kıyasla ilgili programın da katkısı ile okul çağı çocuk/genç izlem sayısının 5 aylık süreçte %3’ten %45’e yükseldiği görüldü. Bu tür protokollerin uygulanması ile okul çağı çocuk/genç izlem sayıları artacak ve büyüme ve gelişme anormallikleri, hipertansiyon, dislipidemi, görme ve işitme bozuklukları ile ağız diş sağlığı problemleri gibi birçok hastalığa erken tanının koyulması ve/veya risk yönetimi ile önlenmesi çalışmamızda olduğu gibi sağlanabilecektir. |
17. | Tıbbi Genetik Polikliniği’ne Başvuran İnfertil Olguların Hamilton Anksiyete Ölçeği ile Değerlendirilmesi Evaluation of Infertile Patients Who Attended to Medical Genetics Outpatient Clinic with Hamilton Anxiety Scale Mahcube Çubukçu, Özlem Sezerdoi: 10.5505/amj.2020.39206 Sayfalar 963 - 970 GİRİŞ ve AMAÇ: İnfertilite, sıklığının yüksek olması ve infertil kişilerin yaşadığı problemler nedeniyle ülkemiz için önemli bir halk sağlığı sorunudur. Çalışmamızın amacı, hastanemiz Tıbbi Genetik polikliniğine başvuran infertil olguları Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği (HAM-A) ile değerlendirmek ve HAM-A’nın sosyo-demografik özelliklerle ilişkisini saptamaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 01.03.2020-01.07.2020 tarihleri arasında hastanemiz Tıbbi Genetik Polikliniği’ne açıklanamayan infertilite nedeniyle başvuran, üreme çağındaki, 120 infertil olgu çalışmaya alındı. Etik kurul onayı alındıktan sonra, aydınlatılmış onamı alınan olgulara sosyo-demografik verileri içeren anket ve HAM-A uygulandı. 0-5 puan anksiyetenin olmadığını, 6-14 puan minör anksiyeteyi, 15 puan ve üzeri majör anksiyeteyi göstermektedir. Verilerin analizi için SPSS 22.0 paket programı kullanıldı. Veriler, tanımlayıcı istatistiklerin yanı sıra, Pearson ki-kare ve Mann-Whitney U testi ile değerlendirildi. p<0,05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Tıbbi Genetik Polikliniği’mize başvuran 120 infertil olgunun yaş ortalaması 33,94±9,89 yıl idi. Olguların %55,83’ü kadındı. İnfertil olguların ortalama infertil süreleri 5,27±3,64 yıl idi. Kadınlarda HAM-A puan ortalaması 20,13±9,98, erkeklerde HAM-A puan ortalaması 18,25±8,80 tespit edildi. Total ölçek puan ortalaması 19,44±9,85 idi. Çalışmaya katılan kadınlarda, 40-45 yaş aralığında olanlarda, daha önce infertilite tedavisi alanlarda, eğitim düzeyi düşük olanlarda, kronik hastalığı olanlarda anksiyete toplam puanları olumsuz yönde yüksek bulunmuştur (sırayla p=0,002, p=0,000, p=0,023, p=0,001, p=0,003). TARTIŞMA ve SONUÇ: Tıbbi Genetik Polikliniğine başvuran infertil olgularda çok şiddetli anksiyete tespit edildi. Tıbbi Genetik Polikliniği’ne başvuran infertil olgular anksiyete yönünden değerlendirilmeli, anksiyete tespit edilenlere gerekli bilgi, danışmanlık ve rehberlik sağlanmalıdır. |
18. | Covid-19 Enfeksiyonu Nedeniyle Hastanede Yatan Hastalarda Anksiyete ve Depresyon Düzeyleri Anxiety and Depression Levels in Hospitalized Patients due to Covid-19 Infection Emine Argüder, Hatice Kılıç, Musa Civak, Duygu Kacar, Gamze Kaya, Abdurrezzak Yılmaz, Bircan Kayaaslan, Görkem Karakaş Uğurlu, İhsan Ateş, Rahmet Güner, Ayşegül Karalezlidoi: 10.5505/amj.2020.80775 Sayfalar 971 - 981 GİRİŞ ve AMAÇ: Covid-19 nedeniyle hastanede yatarak tedavi gören hastaların bulaşın önlenmesi için tek kişilik odalarda ve yanında refakatçi olmadan tedavileri sağlanmaktadır. Bu hastalara hizmet veren gerek sağlık gerek destek personelleri kişisel koruyucu ekipman ile hastalarla temas etmektedir. Bu değişen koşulların bireylerin psikolojileri üzerindeki etkisini değerlendirmeyi planladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma Göğüs Hastalıkları, Enfeksiyon Hastalıkları ve İç Hastalıkları servislerine yatan 300 hasta (115 kadın, 185 erkek) ile yapıldı. Veriler, araştırmacı tarafından hazırlanan ve hastaların tanıtıcı özelliklerini içeren kişisel bilgi formu ve Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD) ile toplandı. Ölçeğin ülkemizde geçerliliği daha önce araştırılmış ve anksiyete ve depresyon için yararlı ve duyarlı bir tarama aracı olduğu gösterilmiştir. BULGULAR: Hasta grubunun ortanca yaşı 42 (min-maks: 18-90) olup, hastaların %61,70'i erkek, %46,30'u ilköğretim mezunu, %78,30’u evli, %24'ü ev hanımı, %10,30’u emekli idi. Tüm vakalar arasında %8.30 (n: 25) klinik olarak ciddi depresyon ve %24 (n: 72) hafif depresyon ve %7,70 (n: 23) klinik olarak ciddi anksiyete ve %16 (n: 48) hafif anksiyete vardı. HAD-anksiyete puanının şiddetine göre iki cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı ve kadınlarda anksiyete puanları daha yüksekti (p <0,001). TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız, Covid-19 nedeniyle hastanede yatarak tedavi gören bireylerde anksiyete ve depresyon düzeylerinin arttığını göstermiştir. Pandeminin önümüzdeki süreçte devam etmesi beklenmektedir. Bu nedenle hastaların anksiyete depresyon düzeylerinin azaltılmasına yönelik girişimlerinin planlanmasının ve gerekli destek programlarının oluşturulmasının gerekli olduğu düşünülmektedir. |
19. | Kadınlarda Genital Hijyen Davranışları İle Yaşamının Herhangi Bir Döneminde İdrar Yolu Enfeksiyonu Geçirme Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Analyzing the Relationship Between Genital Hygiene Behaviors in Women and Urinary Tract Infection in Any Period of Life İlknur Demir, Güzin Zeren Öztürk, Asiye Uzundoi: 10.5505/amj.2020.37640 Sayfalar 982 - 992 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada yaşamının herhangi bir döneminde İdrar yolu enfeksiyonu (İYE) geçirme ile genital hijyen davranışları arası ilişkiyi değerlendirme amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma tek merkezli, tanımlayıcı niteliktedir. Şişli Hamidiye Etfal Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği’ne başvuran kadın hastalardan katılmayı kabul edenler alınmıştır. Katılımcıların sosyodemografik özellikleri ve genital hijyen davranışlarını sorgulayan 36 sorudan oluşan bir anket yüz yüze uygulanmıştır. BULGULAR: Çalışmaya 142 hasta dahil edilmiştir. Yaş ortalaması 38,5±14,2 (min=8, maks=70). Herhangi bir zamanda İYE geçiren 104 (%73,2) kişi idi. Yaşamının herhangi bir döneminde İYE geçirme ile sosyodemografik özellikler arasındaki ilişki saptanmamıştır(p≥0,05). Kadın Hastalıkları ve doğum bilgileri sorgulanmasında ise gebelik sayısı, doğum sayısı, en son yaptığı doğum şekli ve şu an menopozda olma ile herhangi bir zamanda İYE geçirme arasında ilişki saptanmazken(p≥0,05); jinekolojik operasyon geçirme ile ilişki saptanmıştır(p=0,038). Genital bölge temizliğini arkadan öne yapmak ile herhangi bir döneminde İYE geçirme arasında anlamlı ilişkili saptandı (p=0,041). TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak; genital bölge temizliğini arkadan öne yapmak, jinekolojik operasyon geçirmiş olmak yaşamının herhangi bir döneminde İYE arasında ilişki saptanmıştır. Doğru hijyen eğitiminin düzenlenmesi ve toplumun bilinçlendirilmesinin İYE'yi azaltacağını düşünüyoruz. |
20. | Lenfadenopati Etiyolojisinde Ülkemiz İçin Önemli Bir Hastalık: Tularemi An Important Disease for Our Country in Lymphadenopathy Etiology: Tularemia İmran Hasanoğlu, Zeynep Bilgiç, Ayse Kaya Kalem, Bircan Kayaaslan, Fatma Eser, Rahmet Günerdoi: 10.5505/amj.2020.32967 Sayfalar 993 - 999 GİRİŞ ve AMAÇ: Ülkemizde tularemi ilk olarak 1936 yılında bildirilmiş olup günümüzde daha çok Marmara, Batı-Orta Karadeniz, İç Anadolu bölgelerinde; kırsal kesimlerde ve içme-kullanma sularının sanitasyonunun yetersiz olduğu bölgelerde görülmektedir. Bu çalışmada hastanemizde tularemi tanısı ile izlenen hastaların klinik ve laboratuvar bulguları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2010- Ocak 2019 tarihleri arasında hastanemize başvuran mikrobiyolojik veya serolojik olarak doğrulanmış tularemi hastaları çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, klinik ve laboratuvar bulguları olgu bildirim formlarından ve hastaların takip çizelgelerinden elde edildi. BULGULAR: Hastalarımızın ortalama yaşı 43’tü ve hastaların çoğunluğu (%66) kadın cinsiyete sahipti. Hastaların %52’si kuyu suyu kullanmaktaydı. Başvuruda en yaygın şikayetler boyunda şişlik (%92), halsizlikti (%90), ateş (%76) ve boğaz ağrısı (%72) idi. Hastaların semptom başlangıcından hastaneye başvurusuna kadar geçen ortalama süre 22 gündü. Lenfadenopati (%94) ve konjonktivit (%24) ise en sık saptanan klinik bulgular iken, 1 (%2) hastada splenomegali mevcuttu. Lenfadenopati ile başvuran hastaların çoğunda (%65) servikal lenf nodları tutulmuştu. Hastaların tanısı mikroaglütinasyon testi ile doğrulandı ve antikor titreleri 1/160- 1/1280 arasında değişmekteydi. Altı (%12) hastanın aspirasyon materyalinde Francisella tularensis polimeraz zincir reaksiyonu pozitifliği gösterilirken, 2 (%4) hastada ise kültürde mikroorganizma üretildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Ülkemizde özellikle beta-laktam grubu antibiyotik tedavisine yanıt vermeyen boyunda şişlik, boğaz ağrısı ve ateş yüksekliği ile başvuran hastaların ayırıcı tanısında tularemi mutlaka akılda bulundurulmalıdır. |
21. | COVID-19 Sürecinde Sağlık Çalışanları için Alınan Koruyucu Önlemlerin Etkisi The Effect of Protective Measures for Health Workers During COVID-19 Hasan Gül, Mehmet Gülüm, Bahattin İlter, Metin Hasde, Asiye Çiğdem Şimşek, Yunus Emre Bulut, Hülya Şirin, Gamze Bozcuk Güzeldemirci, Emine Yılmaz Koç, Züleyha Felekoğlu, Sıddık Yavuz Leblebici, Osman Topaçdoi: 10.5505/amj.2020.09825 Sayfalar 1000 - 1015 GİRİŞ ve AMAÇ: Ülkemizde ilk COVID-19 vakası görülmesinden itibaren alınan bir dizi önlemin içinde, pandemide hassas rolleri olan sağlık personelinin korunmasına yönelik önlemler de mevcuttur. Bu bağlamda, ülke çapında alınan tedbirlerin 1. basamak sağlık çalışanları özelinde ve kişisel koruyucu ekipmanlar (KKE) ağırlıklı olarak incelemesi yapılacaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: İlimizdeki Aile Sağlığı Merkezleri'nde (ASM) çalışan toplam 3.996 personele ve ilçelerde (İlçe Sağlık Müdürlüğü/Toplum Sağlığı Merkezi/Entegre Devlet Hastanesi) çalışan toplam 2.380 personele çalışmanın yapıldığı tarih aralığında belli aralıklarla ve ihtiyaca yönelik olarak KKE (cerrahi maske, N95 maske, gözlük, eldiven, tulum, dezenfektan, siperlik) dağıtılmıştır. Ayrıca birinci basamak sağlık personelinin çalışma yeri ve kurum bazında COVID-19 pozitiflik dağılımı ile ASM'lerde çalışan personele yapılan Hızlı Tanı Testi sonuçlarıyla aralarından pozitif çıkan vakalara yapılan PCR testi sonuçlarının karşılaştırması da yapılmıştır. BULGULAR: İlimizdeki ASM'lere ve ilçelere toplamda 1.023.850 cerrahi maske, 96.627 N95 maske, 8.439 gözlük, 1.995.230 adet eldiven, 62.805 tulum, 11.961 L dezenfektan, 2.961 siperlik dağıtımı yapılmıştır. 53.124 sağlık çalışanı arasında tespit edilen 691 adet COVID-19 (+) vakanın sadece 14’ünü 1. basamak sağlık çalışanları oluşturmaktadır. Bunların dağılımına bakıldığında; 1.568 aile hekiminde 7; 1.531 aile sağlığı çalışanında 2; 897 grup gereği çalışan personelde 3 ve 2.380 İlçe Sağlık Müdürlüğü/Toplum Sağlığı Merkezi/Entegre Devlet Hastanesi personelinde ise 2 adet pozitif vaka izlenmiştir. Bir kereye mahsus ilçelerde hızlı tanı testi ile test edilen 4.156 adet ASM çalışanı arasında, testi pozitif gelen 27 personelde (%0,65) doğrulama için PCR testi yapılmış, sadece 2 adedi PCR (+) olarak saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Ankara ili genelinde, COVID-19 ile mücadelede, birinci basamak sağlık çalışanlarını güçlü kılmak ve alınan koruyucu tedbirlerin etkin uygulayabilmek adına lojistik desteğe önem verilmiştir. |
22. | Aile Hekimlerinin Alt Ekstremite Osteoartritlerinde Kullanılan Nonfarmakolojik Tedavi Yöntemlerine Yaklaşımları: Kesitsel Bir Çalışma Approach of Family Physicians to Nonpharmacological Treatment Methods Used in Lower Extremity Osteoarthritis: A cross-sectional study SABRİ ONUR ÖZDEN, TARIK EREN YILMAZdoi: 10.5505/amj.2020.39112 Sayfalar 1016 - 1026 GİRİŞ ve AMAÇ: Osteoartrit (OA), dünyada en yaygın görülen eklem hastalığıdır, en sık alt ekstremitede görülür ve kronik kas iskelet sistemi ağrılarının en önemli nedenidir. OA tedavisi ve yönetimi amacıyla yayınlanan tüm kılavuzlarda önerilen en uygun tedavi yöntemi farmakolojik ve nonfarmakolojik tedavinin birlikte kullanılmasıdır. Bu çalışmada, Ankara’daki Aile Hekimliği Kliniklerinde çalışan hekimlerin OA tedavisindeki nonfarmakolojik yöntemler hakkındaki farkındalıklarının ve yaklaşımlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmamız tanımlayıcı, kesitsel tipte bir araştırmadır. 2019 yılı itibari ile Ankara’daki Aile Hekimliği Kliniklerinde çalışan çeşitli unvanlara sahip tüm aile hekimleri çalışma evrenimizi oluşturmaktadır. Katılmaya gönüllü olan aile hekimlerine, anket yüz yüze anket uygulama yöntemiyle uygulanmıştır. Nonfarmakolojik tedavi yaklaşımlarına dair hem kendi yetkinlik kanaati puanları hem de toplam yaklaşım puanları hesaplanmıştır. İstatistiki anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak alınmıştır. BULGULAR: Çalışmamıza 234 aile hekimi dahil edilmiştir. Hekimlerin %54,71’u daha önce OA tedavi yaklaşımları konusunda herhangi bir eğitim almadıklarını belirtmiştir. Eğitim alan ve bu eğitimin yeterli olduğunu düşünen hekimlerin hem nonfarmakolojik toplam yaklaşım puanı hem de kendilerine verdikleri yetkinlik puanları anlamlı olarak daha yüksek olarak saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: OA tedavi yaklaşımları konusunda genel olarak bir eğitim eksikliği saptanmış ve bu konuda daha önce eğitim alıp bu eğitimi yeterli bulan aile hekimlerinin ise bu eğitimlerden faydalandığı bu çalışmada görülmüştür. Maliyet etkin ve uygulaması kolay olan, hastalığın progresyonunu yavaşlatan, engelliliği azaltan nonfarmakolojik tedavi yöntemlerinin aile hekimleri tarafından daha sık kullanılması gerekmektedir. |
23. | Uygunsuz İlaç Kullanımı Açısından 2015 ve 2019 AGS Beers Kriterleri Arasında Klinik Olarak Anlamlı Fark Var Mı: Kesitsel Bir Çalışma Is There A Significant Clinical Difference Between 2015 and 2019 AGS Beers Criteria in Terms of Inappropriate Drug Use: A Cross-Sectional Study Şuayip Enes ARSLAN, Basri Furkan Dağcıoğludoi: 10.5505/amj.2020.24654 Sayfalar 1027 - 1040 GİRİŞ ve AMAÇ: Evde Sağlık Birimi’ne kayıtlı 65 yaş ve üstü hastalarda çoklu ilaç kullanımının tespit edilmesi, ilaçların 2015 ve 2019 AGS Beers Kriterleri kriterlerine göre uygun olup olmadığının belirlenmesi, iki versiyon arasında klinik açıdan anlamlı farklılık olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif tanımlayıcı tarzdaki çalışmamızda, kayıtlı 659 hasta dosyası tarandı. Verilerine ulaşılan 493 hastanın ilaç kullanım verileri 2015 ve 2019 AGS Beers kriterlerine göre analiz edildi. BULGULAR: Çalışmaya 354’ü (%71,81) kadın 493 hasta dahil edildi. Hastaların tanı almış hastalık sayısı ortancası 6 (min: 1, maks: 10) olup en sık görülen hastalıklar, hipertansiyon, yaygın anksiyete bozukluğu, diabetes mellitus idi. 490 hastanın kullandığı en az bir ilacı olup ilaç sayısı ortancası 7 (min: 0, maks: 16) idi. Hastaların 306’sında (%62,45) polifarmasi, 91’inde (%18,57) aşırı polifarmasi saptandı. Potansiyel UİK durumu 2015 ve 2019 Beers kriterlerine göre 211 hastada saptandı. 2015 Beers Kriterlerine göre 358, 2019 Beers Kriterlerine göre 383 etken maddede uygunsuz ilaç kullanımı (UİK) belirlendi. Polifarmasi görülen hastalarda her iki versiyona göre de UİK sıklığı daha fazlaydı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Polifarmasi saptanan hastalarda UİK durumunun da önemli oranda fazla olduğu görüldü. 2015 ve 2019 AGS Beers kriterlerinin UİK tespit durumu kıyaslandığında, 2019 versiyonunda daha fazla etken maddede uygunsuzluk saptandı. |
24. | Prostat Kanserli Hastalarda Evreleme ve Tedavi Planında Lumbopelvik SPECT/BT’nin Tüm Vücut Kemik Sintigrafisine Katkısı The Contribution of Lumbopelvic SPECT/CT to Whole Body Scanning in Staging and Therapy Management in Prostate Cancer Patients Nilüfer Yıldırımdoi: 10.5505/amj.2020.25932 Sayfalar 1041 - 1052 GİRİŞ ve AMAÇ: Prostat kanserli hastalarda kemik metastaz taramasında lumbopelvik SPECT/BT görüntülemenin TVKS’ye katkısını belirlemek ve tedavi yöntemine etkisini araştırmaktı. YÖNTEM ve GEREÇLER: 184 hastanın verileri geriye dönük olarak incelendi. TVKS, lumbopelvik SPECT/BT ve her ikisinin birlikte değerlendirilmesiyle tüm hastalar normal, benign, şüpheli ve metastatik olarak yorumlandı. Her metodun kemik metastazını belirlemedeki tanısal parametreleri hesaplandı. Ayrıca lumbopelvik SPECT/BT’nin hasta bazında tanıya katkısı ve tedavi yönetimine etkisi belirlendi. BULGULAR: TVKS ile hastaların %22,82’si metastaz açısından şüpheli olarak değerlendirilmiş olup bu oran lumbopelvik SPECT/BT’nin eklenmesiyle belirgin olarak düşmüştür (%22,82 ve %7,61; p<0,001). Lumbopelvik bölge özelinde değerlendirildiğinde SPECT/BT ile net yorum yapılamayan hasta oranı planar görüntülemeye göre belirgin olarak düşük bulunmuştur (%4,89 ve %21,73; p<0,001). TVKS+lumbopelvik SPECT/BT’nin duyarlılık ve özgüllük değerleri %100 ve %97,61 olarak bulunmuştur. Lumbopelvik SPECT/BT ile hastaların %23,36’sında metastaz tanısı kesinleşmiş veya değişmiş, diğer bazı hastalarda ise tedavi yönetimini etkileyecek metastaz yaygınlığı veya semptomatik benign patolojiler saptanmıştır. Sonuçta hastaların %41,84’ünde lumbopelvik SPECT/BT’nin tedavi yönetimine katkısı olmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Lumbopelvik SPECT/BT, prostat kanserinde kemik metastaz taramasında şüpheli yorumları azaltır ve tedavi yönetimine belirgin katkı sağlar. Bu nedenle ileri evre ve semptomatik hastaların metastaz taramasında TVKS ile birlikte rutin lumbopelvik SPECT/BT görüntülemeyi öneriyoruz. |
25. | Yoğun bakım ünitesinde beyin hasarı olan hastalar arasında beyin ölümü insidansı: retrospektif çalışma Incidence of brain death among patients with brain injury in intensive care unit: a retrospective study Mustafa Sırrı Kotanoglu, Çiğdem Kızılaydoi: 10.5505/amj.2020.04468 Sayfalar 1053 - 1060 GİRİŞ ve AMAÇ: Beyin ölümü kavramı klinik olarak uyarılara tam cevapsızlık hali, solunum ve motor cevabın olmaması, beyin sapı reflekslerinin yokluğu ve koma tablosunun mevcudiyeti ile tüm beyin fonksiyonlarının tam ve geri dönüşümsüz olarak kaybı ile karakterize bir klinik tablo olarak tanımlanmaktadır. Türkiye'de sınırlı donör kaynakları ve yüksek aile reddi nedeniyle beyin ölümü ve potansiyel bağışçıların belirlenmesi büyük önem arz etmektedir. Burada üçüncü basamak erişkin yoğun bakım ünitesinde beyin ölümü gelişen hastaları ve kadavra donörlerini geriye dönük olarak değerlendirmeyi hedefliyoruz. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2008-2019 yılları arasında beyin ölümü tanısı alan hastaların tıbbi kayıtları geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özelliklerini, klinik tanılarını ve bağış oranlarını kaydedildi. BULGULAR: 2008-2019 yılları arasında yoğun bakım ünitesinde toplam 102 beyin ölümü hastası teşhis edildi. Hastaların ortalama yaşı 49 (16-84, min-maks), %55,88'i erkek ve %44,11'i kadındı. Klinik tanılar spontan intrakraniyal kanama (%50), travmatik intrakraniyal kanama (%28,43), kardiyak arrest (%12,74) ve serebral infarkt (%7,84) idi.19 (%18,62) hastada organ bağışı onaylanırken 83 hastada reddedildi. Yoğun bakıma başvuru ile apne testi arasında geçen süre ortalama 3,56 gün olarak belirlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada, beyin ölümü tanı oranlarının arttığını, ancak kadavra donörden organ bağışı oranlarında değişiklik olmadığını tespit ettik. Sağlık çalışanları, organ bağışı oranlarını artırmak için organ bağışı ve organ bağışı gönüllülüğü konusundaki farkındalığı arttırmaya odaklanmalıdır. |
26. | COVID-19 Hastalarında Yaş Gruplarına Göre Toraks BT Bulguları ve Klinik Sonlanım Arasındaki İlişki Relationship Between The Chest CT Characteristics and Clinical Outcomes of COVID-19 Patients by Age Groups Selçuk Parlak, Muhammed Said Beşler, Utku Eren Özkaya, Esra Çıvgın, Ebru Şengül Parlakdoi: 10.5505/amj.2020.91979 Sayfalar 1061 - 1070 GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 hastalarında yaşın, toraks bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları ve hastalık şiddeti üzerindeki etkisini analiz etmek. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma, 1 Nisan 2020-1 Haziran 2020 tarihleri arasındaki 367 COVID-19 hastasının toraks BT görüntülerini içeriyordu. Hastalar dört yaş grubuna ayrıldı: Grup A (≤19 yaş), grup B (20-39 yaş), grup C (40-59 yaş) ve grup D (≥60 yaş). BT'de lateralite, tutulan loblar, lezyon sayısı, lezyon tipleri ve lezyon dağılımı değerlendirildi ve karşılaştırıldı. BULGULAR: Çalışma popülasyonu 367 hastadan (210 erkek, 157 kadın, ortalama yaş 47.50, aralık 12-92 yaş) oluşmaktaydı. Yaş grupları arasında cinsiyet farkı yoktu. Tüm yaş gruplarında en sık görülen BT bulgusu buzlu cam opasitesiydi. Lezyon sayısının da daha fazla olduğu yaşlı hastalarda konsolidasyonlar, kaldırım taşı manzarası ve hava bronkogramları daha yaygındı. Yaşlı hastalarda üst loblar ve sağ orta lob daha sık etkilenmişti. Grup A ve B'de mortalite saptanmazken, grup C ve D’de yoğun bakım ihtiyacı ve ölüm oranları daha yüksekti. ROC eğrisi analizi, kötü prognoz açısından 55 yaşın optimal kesim değeri olduğunu ortaya koydu. TARTIŞMA ve SONUÇ: COVID-19 hastalarının toraks BT bulguları yaşa göre değişiklik göstermektedir. Bilateral, multiple ve yaygın infiltrasyonlar, konsolidasyon, hava bronkogramı, kaldırım taşı manzarası ile üst lobların tutulumu ve ileri yaş kötü prognoz işareti olarak düşünülmelidir. |
27. | Varfarin Doz Aşımı Olan Olgular İçin Acil Serviste Protrombin Kompleks Konsantresi Kullanımı: Geriye Dönük Çalışma Use of Prothrombin Complex Concentrate in the Emergency Department for Cases With Warfarin Overdose: A Retrospective Study Filiz Baloglu Kaya, Engin Ozakin, Gizem Coşkun Yüksel, Muhammed Evvah Karakilic, Seyhmus Kaya, Mustafa Emin Canakcidoi: 10.5505/amj.2020.82085 Sayfalar 1071 - 1081 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı varfarin tedavisi alırken acil serviste (AS) International Normalized Ratio (INR) yüksekliği tespit edilen ve tedavide Protrombin Kompleks Konsantresi (PCC) kullanılan olguları uygulama sonuçları ile birlikte değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma 01.01.2013-31.07.2019 arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servis’inde geriye dönük olarak yapıldı. Varfarin tedavisi alırken AS’de INR yüksekliği saptanan, PCC uygulama endikasyonu olan 18 yaş ve üstü hastalar çalışmaya dahil edildi. Demografik veriler, INR değerleri ve bunların mortalite ile ilişkileri değerlendirildi. Hedef INR değeri 1,5 olarak belirlendi. BULGULAR: Değerlendirmeye alınan 106 olgunun yaş ortalaması 71 (28-97 aralığında) ve 59’u (%55,70) kadındı. Varfarin kullanım nedeni 42 (%39,60) olgu ile en sık atriyal fibrilasyondu. En sık PCC kullanım nedeni ise 48 (%45,30) olgu ile intrakraniyal kanama idi. Başvuru INR ortanca değeri 8,96 (Q-Q3: 5,06-15) idi. Başvuru INR değerleri ile PCC kullanma nedenleri arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptanmadı (p= 0,93). PCC uygulaması sonrası kontrol INR ortanca değeri 1,43 (Q1-Q3: 1,26-1,91) bulundu. Olguların 49’unda (%46,00) hedef INR’ye ulaşıldığı görüldü. Olguların INR azalma oranlarının ortanca değeri 81 (Q1-Q3: 67-89) olarak belirlendi. 24 saatlik mortalite %1,97 iken 30 günlük mortalite %20,7 olarak saptandı. Başvuru ve kontrol INR değerleri ile mortalite arasında istatistiksel ilişki saptanmadı (p değerleri sırasıyla; 0,06-0,09). Tromboembolik olaya rastlanmadı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Varfarin doz aşımına bağlı kanaması veya kanama riski olan hastalarda kanamanın ciddiyeti dikkate alınarak tedavi verilmelidir. Varfarin kullanımına bağlı hayatı tehdit eden kanamalarda ve acil girişimlerde PCC kullanımı INR azalmasında etkin rol oynamaktadır. |
OLGU SUNUMU | |
28. | Aile Hekimliğinde Gebelik İzlemleri: Ağrılı Lenfadenopatiden Nadir Hodgkin Dışı Lenfoma Olgusuna Pregnancy Care in Family Medicine: From A Painful Lymphadenopathy to A Rare Non-Hodgkin’s Lymphoma Case Beyza Gökçek, Hümeyra Aslaner, Ali Ramazan Benlidoi: 10.5505/amj.2020.48243 Sayfalar 1082 - 1087 32 yaşında, 17 haftalık gebe hasta, üst solunum yolu enfeksiyonu sonrasında boynunun sağ tarafında ağrılı bir kitle fark edip aile hekimliği polikliniğine başvurdu. Fizik muayenede vitalleri stabildi. Farinksinin hiperemik olduğu, sağ servikal bölgede en büyüğü 1 cm olan birkaç adet lastik kıvamında, sert, fikse, ağrılı lenfadenopatisi olduğu saptandı. Hastaya aile hekimi tarafından üst solunum yolu enfeksiyonu tanısı ile ampirik antibioterapi başlanıp kontrole çağrıldı. Lenf bezlerindeki hızlı büyüme ve boyutlarının 1 cm’in üzerinde olması nedeni ile malignite ön tanısı ile kulak burun boğaz polikliniğine sevk edildi. Alınan eksizyonel biyopsi sonucunda Diffüz Büyük B Hücreli Lenfoma tanısı aldı. Kemoterapi planlanan hastaya gebelik terminasyonu önerildi ancak hasta reddetti. Gebeliğin 32. haftasında fetal distres nedeni ile 1500 gr kız bebeğin sezaryen ile canlı olarak doğumu gerçekleştirildi. Gebelikle bağlantılı olması ve seyrek görülmesi, malignite gibi hayati bir hastalıkta aile hekiminin erken teşhiste rol alması nedeniyle olgunun literatür eşliğinde sunulması uygun görülmüştür. |
29. | Yaşlı Hastada Aurikulada Görülen Arteriyovenöz Malformasyon: Olgu Sunumu Arteriovenous Malformation Observed in the Auricula in an Elderly Patient: A Case Report Sırın Kucuk, Izzet Goker Kucukdoi: 10.5505/amj.2020.43815 Sayfalar 1088 - 1093 Arteriyovenöz malformasyon (AVM); arter ile ven arasında kapiller bağlantı olmaksızın birbiriyle doğrudan ilişkili olduğu sıklıkla intrakraniyal yerleşimli anormal damarsal oluşumlardır. Lezyon baş boyun bölgesinde sık görülmesine rağmen özellikle aurikulada nadir görülür. Aile sağlığı merkezine kulak kepçesinde kanamalı kitle ve tinnitus şikayeti ile başvuran 64 yaşındaki erkek hasta bu şikayetleri üzerine kulak burun boğaz bölümüne yönlendirildi. Burada kitle eksizyonu yapıldı ve primer sütürle kapatıldı. Patoloji bölümümüze polipoid görünümde 1,7x0,7x0,7 cm boyutlarında ince bir sapı bulunan kesit yüzeyi kirli beyaz renkli, kanamalı bir materyal geldi. Histopatolojik incelemede düzgün sınırlı, kalın duvarlı, çeşitli büyüklüklerde ve çaplarda arter ve ven yapılarından oluşan bir lezyon izlendi. Olguya yapılan immünhistokimyasal boyamalarda CD31 ve CD34 (+) Podoplanin (-) tespit edildi. Histokimyasal boyamada damar duvarlarında MTK (Masson's Trichrome boyaması ) ile boyanma saptandı. Tüm bu bulgularla olguya aurikulaya sınırlı bir AVM tanısı konuldu. Olgu nadir görülmesi nedeniyle literatür tartışması eşliğinde sunuldu. |
30. | COVID-19'lu Bir Hastada Varisella Zoster Ko-Enfeksiyonu Varicella Zoster Co-Infection in a Patient with COVID-19 Hakan Oguzturk, Afşin Emre Kayıpmaz, Gülhan Kurtoğlu Çelik, Semih Korkutdoi: 10.5505/amj.2020.69335 Sayfalar 1094 - 1098 COVID-19 Hastalığı, asemptomatik enfeksiyondan kritik hastalığa kadar geniş bir klinik yelpazeye sahiptir, az sayıda COVID-19 hastası ölümle sonuçlanabilecek ciddi hastalıklar yaşar. Literatürde COVID-19 hastalığında kutanöz lezyonlarla ilgili daha az bilgi mevcuttur. 42 yaşında, bilinen hastalığı olmayan erkek hasta, 3 gün önce başlayan ateş, kuru öksürük, halsizlik, kızarıklık ve baş ağrısı şikayetlerinden sonra acil servisimize geldi. Bu yazıda, COVID-19 enfeksiyonunun zona zoster gibi diğer hastalıklarda da görülebileceği konusunda farkındalık yaratmayı amaçladık. |
DERLEME | |
31. | Yaşlılarda Kırılganlık Sendromu ve Omega-3 Çoklu Doymamış Yağ Asitleri Frailty Syndrome in the Elderly and Omega-3 Polyunsaturated Fatty Acids Pelin Cin, Nihal Büyükusludoi: 10.5505/amj.2020.92260 Sayfalar 1099 - 1111 Kırılganlık sendromu, yaşlanan nüfusun en önemli sorunlarından biridir. İnflamatuar süreçlerin düzensizliği, oksidatif stres, mitokondriyal işlev bozukluğu ve hücresel yaşlanma dahil olmak üzere çeşitli patofizyolojik etkenler, sendromun patofizyolojisini oluşturur. Sosyodemografik özellikler, psikolojik durumlar, beslenme durumu, fiziksel aktivite eksikliği ve mevcut komorbiditeler kırılganlığı etkileyen faktörlerdir. Omega-3 çoklu doymamış yağ asidinin (ÇDYA) akut veya kronik hastalığı olan yaşlılarda anti-inflamatuar etkisi sayesinde yararlı etkilerinin olduğu bilinmektedir. Bu derlemenin amacı, diyet kaynaklı veya destek olarak verilen omega-3 ÇDYA'nın yaşlı bireylerde kas kütlesi ve kas gücü, inflamatuar biyobelirteçler ve fonksiyonel kapasitedeki rolüne ilişkin kanıtları incelemek ve değerlendirmektir. Yapılan araştırmalar, omega-3 ÇDYA'nın pre-kırılganlık dönemde olan yaşlı bireylerde sendromun seyrini iyileştirici etki gösterebileceğini desteklemektedir. Kırılganlık evresinde olan yaşlılarda diyet kaynaklı veya destek olarak verilen omega-3 ÇDYA'nın etkileri tartışmalıdır. Tüm araştırmalar, sarkopeni ve kırılganlık gelişimini önlemek için rutin olarak beslenme durumunun kontrol edilmesi ve gerekli diyet müdahalelerinin yapılmasının önemini vurgulamaktadır. |
EDITÖRE MEKTUP | |
32. | Polatlı’da Yaşanan Kum Fırtınası: Partikül Madde Seviyesi Yükselişte The Sandstorm in Polatlı: The Level of Particulate Matter is Rising Seher Palanbek Yavaş, Caner Baysandoi: 10.5505/amj.2020.59365 Sayfalar 1112 - 1114 Makale Özeti |Tam Metin PDF |
33. | COVID-19 Pandemisi ve İnfluenza Sezonu COVID-19 Pandemia and Influenza Season Kurtuluş Aksudoi: 10.5505/amj.2020.65982 Sayfalar 1115 - 1117 Makale Özeti |Tam Metin PDF |
34. | Ankara Medical Journal Cilt 20 (2020) İçerik Dizini Content Index for Volume 20 (2020) of the Ankara Medical Journal Sayfalar E1 - E12 Makale Özeti |Tam Metin PDF |