E-ISSN: 2148-4570 ISSN: 2148-4570
ANKARA MEDICAL JOURNAL - Ankara Med J: 21 (2)
Cilt: 21  Sayı: 2 - 2021
ARAŞTIRMA MAKALESI
1.
İlaç Aşırı Kullanımı Baş Ağrısı: Ne Kadar Farkındayız?
Medication Overuse Headache: How Much Are We Aware?
Özlem Ethemoğlu, Dursun Çadırcı
doi: 10.5505/amj.2021.16046  Sayfalar 220 - 226
GİRİŞ ve AMAÇ: İlaç aşırı kullanımı baş ağrısı (İAKB), migren ve gerilim tipi baş ağrılarını izleyerek en sık 3. baş ağrısı tipi olması ve iyatrojenik kökeni önemlidir. Amacımız, baş ağrısı ile başvuran hastalar içerisinde İAKB sıklığı, ağrı şiddeti ve eşlik eden psikiyatrik bozukluklarla ilişkisini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İlaç aşırı kullanımı baş ağrısı olanlar ve İAKB olmayan olarak 2 hasta grubu oluşturuldu. Hastaların cinsiyeti, yaşı, baş ağrısı süresi, aylık baş ağrısı atak sıklığı, aylık analjezik kullanımı ve tipi, anksiyete ve depresyon varlığı ve ağrı şiddeti açısından değerlendirildi.
BULGULAR: İlaç aşırı kullanımı baş ağrısı hastalarının 38’sinde (%69,10) migren, 17’sinde (%30,90) gerilim tipi baş ağrısı hikayesi vardı. Hastalarda en sık kullanılan analjezik olarak 37 hastada (%67,28) olmak üzere parastemol + non-steroid antiinflamatuar saptandı. İlaç aşırı kullanımı baş ağrısı olan hastaların 33’ünde depresyon (%60) 12 ‘sinde (%21,82) anksiyete gözlendi. İlaç aşırı kullanımı olmayan 164 hastanın 30’unda (%18,29) depresyon ve 42’sinde (%25,60) anksiyete gözlendi. Yaş, cinsiyet, baş ağrısı süresi ve tipi her iki grup arasında anlamlı bir farklılık görülmedi. Baş ağrısı atak sıklığı (aylık), depresyon varlığı ve ağrı şiddeti İAKB grubunda anlamlı olarak daha fazla idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu hastalığın bilinmesi, öncelikle gelişmesinin önlenmesi açısından, eğer gelişti ise de erkenden tanınarak tedavisinin yapılması açısından önem taşımaktadır. Özellikle birinci basamak poliklinikleri başvuran hastaların aşırı analjezik kullanımı açısından farkındalığının sağlanmasının, İAKB görülme sıklığını azaltacağını düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: Medication overuse headache (MOH) is the third most common type of headache following migraine and tension-type headaches, and its iatrogenic origin is important. Our aim is to evaluate the frequency of MOH, the severity of pain and its relation with comorbid psychiatric disorders among patients presenting with headaches.
METHODS: Two patient groups were formed: those with MOH and those without MOH. Patients' gender, age, headache duration, monthly headache attack frequency, monthly analgesic use and type, presence of anxiety and depression, and pain severity were evaluated.
RESULTS: 38 (69.10%) of the MOH patients had a history of migraine, and 17 (30.90%) of them had a tension headache. Paracetamol + non-steroidal anti-inflammatory was the most commonly used analgesic in 37 patients (67.28%). Depression was observed in 33 (60%) of the patients with MOH, and anxiety was observed in 12 (21.82%). Depression was observed in 30 (18.29%) and anxiety in 42 (25.60%) of the 164 patients who did not use medication excessively. There was no significant difference in age, gender, headache duration and type between the two groups. The frequency of attacks (monthly), presence of depression and pain severity were significantly higher in the MOH group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Knowing this disease is important primarily in terms of preventing its development and if it has developed, early diagnosis and treatment. We think that raising awareness of patients who apply to primary care polyclinics in terms of excessive analgesic use will decrease the incidence of MOH.

2.
COVID RT-PCR Testi Negatif Toraks Tomografisi COVID-19 Pnömonisi İle Uyumlu Olan Hastaların Temaslılarının Değerlendirilmesi
Evaluation of Contacts of the Patients with Negative COVID RT-PCR and Thorax CT findings compatible with Covid-19 Pneumonia
Ali Ramazan Benli, Hümeyra Aslaner, Mebrure Beyza Gökçek, Adil Çetin, Nevzat Herdem, Yasin Görücü, Ilhami Çelik
doi: 10.5505/amj.2021.65882  Sayfalar 227 - 237
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada RT-PCR testi sonucu negatif ancak toraks bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları COVID-19 ile uyumlu olan hastaların test sonuçlarını ve bulaştırıcılık durumlarını değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma kesitsel, tanımlayıcı bir araştırma olarak tasarlandı. Birinci grupta toraks BT COVID-19 pnömonisi ile uyumlu ve RT-PCR testi sonucu negatif olan hastalar ikinci grupta toraks BT COVID-19 pnömonisi ile uyumlu ve RT-PCR testi sonucu pozitif olan hastalar bulunmaktadır. Toplanan veriler SPSS 21.0 yazılım programı ile değerlendirildi. Anlamlılık değeri %5 olarak kabul edildi.
BULGULAR: Katılımcıların %54,41'u erkek, %45,59'u kadındı. İki grup arasında temas ortamı, sağlık çalışanı olma ve exitus olma açısından anlamlı bir fark yoktu. Temas sayısı açısından birinci ve ikinci grup arasında fark yoktu. İkinci grupta örnek toplama oranı daha yüksekti. Hastalarla temaslı olan ve RT-PCR testi sonucu pozitif olanların sayısı birinci grupta daha yüksekti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastalar, COVID-19 için negatif RT-PCR test sonuçlarına sahip olsalar bile bulaştırıcıdırlar.
INTRODUCTION: This study aimed to evaluate the test results of patients whose RT-PCR test result was negative, but thorax CT findings were compatible with COVID-19 and their infectiousness in terms of contacts.
METHODS: The study was designed as cross-sectional, descriptive research. In the first group, thorax CT revealed findings compatible with COVID-19 pneumonia, and the RT-PCR test result was negative. In the second group, thorax CT revealed findings compatible with COVID-19 pneumonia, and the RT-PCR test result was positive. Data collected were assessed with SPSS 21.0 software program. The significance level was accepted as 5%.
RESULTS: Of the participants, 54.41% were male, and 45.59% were female. There was no significant difference between the two groups in terms of contact environment and status of being a healthcare worker and exitus. There was no difference between the first and second groups in terms of the number of contacts. The rate of sample collection was higher in the second group. The number of people who had contact with the patients and positive RT-PCR test results was higher in the first group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Even if patients have negative RT-PCR test results for COVID-19, they are still infectious.

3.
Astım Tanısı ile Takip Edilen Çocuklarda Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Kullanımı ve Ailelerinin Tutumları
The Use of Complementary and Alternative Medicine in Children Followed by Asthma Diagnosis and Attitudes of Families
Yasin Yıldız, Ayten Yılmaz Yavuz
doi: 10.5505/amj.2021.94557  Sayfalar 238 - 249
GİRİŞ ve AMAÇ: Astım, yaşam kalitesini etkileyen, hava yolu aşırı duyarlılığıyla ilişkili kronik hava yolu inflamasyonu ile karakterize bir hastalıktır. Astım tedavisinde dünya genelinde kabul görmüş tedavi kılavuzları olmasına rağmen çoğu hasta, hem tedavi sırasında yaşanan sıkıntılar ve yan etki korkuları hem de uzun süreli ilaç kullanma gibi nedenlere bağlı olarak Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp (TAT) yöntemlerini tercih edebilmektedir. Bu çalışmada astım tanısı ile takip edilen çocuklarda tamamlayıcı alternatif tıp kullanımının ve ailelerin tutumlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı nitelikteki araştırma 3-17 yaş arasındaki astım tanılı çocuklarda gerçekleştirilmiştir. Hasta yakınlarına, kullandıkları TAT yöntemlerini belirlemek amacıyla anket formu uygulanmıştır. Ailelerinin tutumlarını tespit edebilmek için Bütüncül Tamamlayıcı ve Alternatif Tıbba Karşı Tutum Ölçeği uygulanmıştır.
BULGULAR: Aileler tarafından TAT yöntemlerinin en sık “Hastalık ile savaşmak için mümkün olan her şeyi yapmak” (%46,46) amaçlı tercih edildiği ve bu bilgiyi “aile üyeleri/ arkadaş/komşu/yakınların” önerisi (%56,30) ile uyguladıkları belirlendi. TAT yöntemlerini %66,53 oranında 1-6 ay arasında kullandıkları ve bu yöntemin kullanımının %53,94 oranında tedavide başarı sağladığını düşündükleri bulundu. Medikal tedaviden memnuniyetsizlik ve ümitsizlik yaşayan ailelerin ortanca 25 (20-39) puan ile tamamlayıcı ve alternatif tıbba karşı pozitif tutumlarının arttığı ve istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlendi (p=0,035).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocuklarında astım hastalığı olan ailelerin TAT kullanım oranlarının yüksek olduğu ve TAT kullanımına yönelik pozitif tutum sergiledikleri bulunmuştur. Giderek artan oranlarda TAT kullanımı, sağlık çalışanlarının da bu konuda bilgi sahibi olma ihtiyacını ortaya koymaktadır.
INTRODUCTION: Asthma is a disease that affects the quality of life and is characterized by chronic airway inflammation associated with airway hypersensitivity. Although there are worldwide accepted treatment guidelines in the treatment of asthma, most patients use Complementary and Alternative Medicine (CAM) methods for many reasons, such as both insufficiencies in treatment and fears of side effects and long-term medication. This study aimed to determine the use of complementary & alternative medicine and the attitudes of families in children followed with the diagnosis of asthma.
METHODS: This descriptive study was carried out in children diagnosed with asthma between the ages of 3-17. A questionnaire was applied to the patients' relatives to determine CAM methods. The Holistic CAM Questionnaire was applied to determine the attitudes of their families.
RESULTS: It was determined by families that they prefer using CAM to “Do everything possible to fight the disease” (46.46%) and use this information with the recommendation “Family members/friends/neighbors/relatives” (56.30%). It was found that they used CAM methods 66.53% between 1-6 months, and they thought that the use of the CAM method achieved 53,94% success in treatment. It was determined that families with dissatisfaction and hopelessness from medical treatment had a positive attitude of 25 (20-39) with complementary and alternative medicine and were statistically significant(p=0.035).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was found that the use of CAM is high in families with asthma in their children and that they have a positive attitude towards CAM use. The increasing use of CAM shows the need for healthcare professionals to be informed about this issue.

4.
Kronik bel ağrısı olan hastalarda kayropraksik manuel tedavinin etkinliğinin değerlendirilmesi
Evaluation of the effectiveness of chiropractic manual treatment in patients with chronic low back pain
Fatma Gülçin Ural, Gökhan Tuna Öztürk, Dilek Dizdar, İlkay Karabay, Hüseyin Nazlıkul
doi: 10.5505/amj.2021.34545  Sayfalar 250 - 260
GİRİŞ ve AMAÇ: Bel ağrısı sık görülen, kostaların alt sınırıyla aşağı gluteal kıvrımlar arasında lokalize olabilen ve bacaklara da yansıyabilen sakatlığın önemli nedenlerinden biridir. Kayropraksi bel ağrısında kullanılan non invaziv ve ucuz bir tedavi metodudur. Çalışmamızın amacı bel ağrısında kayropraksi ve izometrik egzersizin ağrı ve fonksiyonellik üzerine etkisini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Poliklinikte bel ağrısı tanısı almış hastalar çalışmaya alındı. 30 kadın ve 30 erkekten oluşan 60 hasta randomize olarak iki gruba ayrıldı. Birinci gruba bel bölgesine kayropraksi uygulaması ve bel izometrik egzersiz, ikinci gruba bel izometrik egzersiz programı oluşturuldu. Egzersiz programı her iki gruba da 4 hafta boyunca haftada 5 gün fizyoterapist tarafından yaptırıldı. Kayropraksi tedavisi 4 hafta boyunca haftada 2 gün aynı doktor tarafından uygulandı. Uygulama sırasında kayroprakside yüksek hızlı düşük amplitüdlü manipülasyon tekniği kullanıldı. Tedavi öncesi ve sonrası ağrıyı değerlendirmek için VAS (Vizüel Ağrı Skalası), fonksiyonel durumu değerlendirmek için de Oswestry özürlülük indeksi uygulandı. Eklem hareket açıklığı gonyometre ölçümü ile değerlendirildi.
BULGULAR: Tedavi öncesi ve tedavi sonrası VAS ve Oswestry değerleri her iki grupta tedavi ile istatistiksel olarak anlamlı şekilde azalırken beldeki eklem hareket açıklığı değerleri belirgin şekilde artmıştı. Egzersiz ve kayropraksi alan hastalarda sadece egzersiz alan hastalara göre VAS istirahat, VAS hareket ve Oswestry değerlerinin istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük düzeylerde ve eklem hareket açıklığındaki artışın ise daha yüksek düzeylerde olduğu saptandı. Tedavi sırasında herhangi bir yan etkiye rastlanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kayropraksi ve egzersizin bel ağrısında ağrı ve fonksiyonellik üzerine etkili olduğunu ve birlikte uygulandığında daha etkili olduğunu düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: Low back pain that is localized between the inferior costal margin and inferior gluteal folds and that can reflect legs is a common health problem and a leading cause of disability. Chiropractic is a non-invasive and inexpensive treatment method used for low back pain. The aim of our study was to evaluate the effects of chiropractic and isometric exercises on pain and functionality related to low back pain.
METHODS: Patients diagnosed with low back pain in the policlinic examination were taken in the study. Sixty patients consisting of 30 females and 30 males were randomly divided into two groups. Chiropractic application and lumbar isometric exercise were created for the first group, and a lumbar isometric exercise program was created for the second group. The exercise program was applied to both groups five days a week for four weeks by a physiotherapist. Chiropractic treatment was applied by the same doctor two days a week for four weeks. During the application, a high-speed, low amplitude manipulation technique was used in chiropractic. Visual Analog Scale (VAS) was used to score pain, and Oswestry Disability Index (ODI) was used to evaluate functionality before and after treatment. The range of motion was evaluated by goniometer measurement.
RESULTS: VAS and ODI scores decreased statistically significantly with treatment in both groups, while the range of motion in the lumbar spine increased significantly before and after treatment. VAS rest, VAS motion, and ODI scores were statistically significantly lower, and the increase in range of motion was higher in patients who received exercise and chiropractic compared to patients who only received exercise. Any adverse effect did not appear in both groups during the treatment.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We think that chiropractic and exercise are effective on pain and functionality in low back pain, and they are more effective when applied together.

5.
Hipotiroidizmi bulunan hastalarda levotiroksin tedavisine uyum ve uyumu etkileyen faktörler
Adherence to levothyroxine treatment and factors related with adherence in patients with hypothyroidism
Ahmet Dirikoç, Birgül Genç, Didem Ozdemir, Abbas Ali Tam, Oya topaloglu, Reyhan Ersoy, Bekir Cakir
doi: 10.5505/amj.2021.24572  Sayfalar 261 - 273
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada hipotiroidi nedeniyle levotiroksin alan hastalarda ilaç kullanım şeklinin, ilaca uyumun ve ilaç uyumunu etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Primer hipotiroidi nedeniyle levotiroksin kullanan 18 yaşın üzerindeki hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların demografik ve klinik özellikleri, levotiroksin kullanma alışkanlıkları anket yoluyla değerlendirilmiştir. İlaç uyumu, ilacı kullanmama/atlama sıklığı sorusuna asla/nadiren cevabı verenlerde yüksek, ara sıra cevabı verenlerde orta, sıklıkla/çoğu zaman cevabı verenlerde düşük olarak tanımlanmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya 282’si (%84,18) kadın, 53’ü (%15,82) erkek toplam 335 hasta alındı. Yaş ortalaması 47,36±12,50 idi. Hastaların 330’u (%98,50) levotiroksini sabah, 332’si (%99,10) aç karnına alıyordu. 8 (%2,41) hasta ilacı yemekten hemen önce alıyordu, 66 (%19,88) hastada ilaçla yemek arasındaki süre 15 dk. idi. Levotiroksin emilimini etkileyebilecek ilaç kullanan 145 (%45,03) hastadan %66,66’sı ilaç-levotiroksin arasında 2 saatten az süre bırakıyordu. İlaç uyumu 218 (%65,08) hastada yüksek, 98 (%29,25) hastada orta, 19 (%5,67) hastada düşüktü. İlaç uyumu ile demografik özellikler, hipotiroidi nedenleri, hastalık süresi, kronik hastalık varlığı ve tiroid hormonları arasında ilişki saptanmadı. İleri eğitim düzeyi ve ailede tiroid hastalığı varlığı yüksek ilaç uyumu ile ilişkiliydi (sırasıyla p=0,008 ve p=0,013).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada hipotiroidi hastalarının %34,92’sinin ilaç uyumunun düşük-orta düzeyde olduğu görülmüştür. Hastaların %22,29’unun ilaçla yemek arasında yeterli süre bırakmadığı, levotiroksin emilimini etkileyebilecek ilaç kullananların da önemli bir kısmının iki ilaç arasında yeterli süre beklemediği saptanmıştır. Hipotiroidinin etkin tedavi edilmesi için hastaların hipotiroidi ve ilaç kullanımı hakkında bilgilendirilmesi ve ilaç uyumunun arttırılması önemlidir.
INTRODUCTION: We aimed to evaluate adherence and determine the factors that are related to adherence in patients on levothyroxine therapy.
METHODS: Patients older than 18 years old and using levothyroxine for primary hypothyroidism were recruited. Demographical and clinical features, practices of using levothyroxine, and compliance were evaluated through a questionnaire. Those who answered the frequency of not using/skipping the drug as never/rarely, sometimes, and frequently/often were grouped as high, medium, and low adherence, respectively.
RESULTS: Data of 335 patients -282(84.18%) female and 53(15.82%)- male, with a mean age of 47.36±12.50 were analyzed. 330 (98.50%) patients were taking levothyroxine in the morning, and 332 (99.10%) were taking fast. 8(%2.41) patients were taking the drug just before the meal, and 66(19.88%) were taking it in 15 minutes. 66.66% of 145 patients using a medication that interferes with the absorption of levothyroxine were using it less than 2 hours of levothyroxine. There were 218 (65.08%) high, 98 (29.25%) medium and 19 (5.67%) low adherence patients. Drug adherence was not associated with demographical features, the cause and duration of hypothyroidism, the presence of comorbid disease, and thyroid hormones. Higher education level and familial thyroid disease were associated with high adherence (p=0.008 and p=0.013, respectively).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Drug adherence was medium/ low in 34.92% of hypothyroid patients. A considerable amount of patients did not leave enough time between levothyroxine and meal or other medications. For effective treatment of hypothyroidism, it is important to inform patients about hypothyroidism and levothyroxine use and increase drug compliance.

6.
Ankara ilinde sağlık yönetim hizmetlerinde çalışan personelin COVID-19 hastalığına yönelik bilgi, tutum ve davranışları
Knowledge, attitude and practices of personnel working in the department of health services in Ankara province regarding COVID-19
Hülya Şirin, Fatma Sena Konyalıoğlu, Elif Al, Asiye Çiğdem Şimşek
doi: 10.5505/amj.2021.46354  Sayfalar 274 - 287
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada Ankara İl Sağlık Müdürlüğü Sağlık Hizmetleri Başkanlığı'nda sağlık hizmeti sunan personelin COVID-19 hakkındaki bilgi, tutum ve davranışlarını değerlendirmek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel tipte olan çalışmamızın verileri 26 Ekim-30 Kasım 2020 tarihleri arasında toplanmış ve evrenin %85’ine ulaşılmıştır. İstatistiksel değerlendirme sayı ve yüzde dağılımları ve ki-kare testi ile yapılmıştır.
BULGULAR: Personelin bilgi puan ortalaması ise 9,35±1,02 olarak bulunmuştur. 10 bilgi sorusundan 7’si %91’in üzerinde doğru yanıtlanmıştır. Katılımcıların %60,6’sı bilgi sorularının tamamını doğru cevaplamışlardır. Bilgi düzeyinde mesleğe göre ve öğrenim seviyesine göre istatistiksel anlamlı fark bulunmuştur (p<0,001). Katılımcıların %47,6'sı ise tam doğru davranış sergilemiştir ve davranış düzeyinde mesleğe, cinsiyete ve eğitim düzeyine göre istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sağlık dışı meslek gruplarının bilgi ve davranış düzeylerinin daha düşük olması göz önünde bulundurularak sağlık alanında çalışanlara yönelik kapsamlı hizmet içi eğitimler planlanarak pandemi ile mücadeleye katkı sağlanmalıdır.
INTRODUCTION: In this study, it was aimed to evaluate the knowledge, attitude, and practices of the personnel providing health services in the Department of Health Services in Ankara Provincial Health Directorate about COVID-19.
METHODS: The data of our cross-sectional type of study was collected between the dates of 26 October-November 30, 2020, and 85% percent of the pre-defined population was reached. Statistical evaluation was performed with number and percentage distributions and chi-square test.
RESULTS: The average knowledge score of the personnel was found to be 9.35±1.02. Out of 10 knowledge questions, 7 were answered correctly over 91%. 60.6% of respondents answered all knowledge questions correctly. A statistically significant difference was found in the level of knowledge according to profession and level of education (p<0.001). 47.6% of participants exhibited exactly the right practice, and a statistically significant difference was found in the level of practice by profession, gender and education level (p<0.05).


DISCUSSION AND CONCLUSION: Considering the lower level of knowledge and practice of non-health professional groups, comprehensive in-service training for health professionals should further contribute to the fight against the pandemic.

DERLEME
7.
Palyatif Bakımın Geleceği: Covid-19 Pandemisi Süreci Ve Teletıp/Telesağlık Uygulamaları Üzerine Kısa Bir Bakış
The Future Of Palliative Care: Covid-19 Pandemic Process And A Brief Overview On Telemedicine/Telehealth Applications
Nurgül Balcı, Cihan Döğer
doi: 10.5505/amj.2021.49002  Sayfalar 288 - 303
Dünya genelinde yaşam süresinin uzaması nedeniyle evde bakım ve palyatif bakım ihtiyacı bulunan birey sayısı artmaktadır. Palyatif bakım sürecinde, hasta ve bakım verenlerin yaşam kalitesini etkileyen ve günlük yaşam aktivitelerine katkıda bulunabilecek ihtiyaçları tespit edilmelidir. Tüm dünyada hızla yayılan COVID-19 salgını ve bu salgının sosyal hayat üzerinde yaptığı değişiklikler, kronik hastalığa sahip bireyleri ve/veya uzun dönem bakım hastalarını etkilemiştir. Palyatif bakım hastalarının ve ailelerinin yaşadıkları süreçler içerisinde gereksinimleri ve hizmet talepleri değişkenlik gösterebilir. Salgın, toplumda sağlık hizmet talebini arttırmakta, sağlık sistemleri üzerinde zorlayıcı etki oluşturmaktadır. Bu durumda hastaların tıbbi bakım izlemlerini gerçekleştirebilmek için uzaktan erişimli yardımcı destek hizmetleri gündeme gelebilmektedir. Teletıp/Telesağlık uygulamaları, tıbbi hizmet sunumu açısından hekim ile hastanın yüz yüze görüşmesinin yerini tutmasa da kırılgan hasta gruplarını özellikle bulaş riskinden korumak ve bakım hizmetlerinin devamlılığını sağlamak için bu uygulamalara ilgi gün geçtikçe artmaktadır. Bu derlemede, pandemi sürecinde palyatif bakım ve evde bakıma ihtiyacı olan hastaların değişen bakım ihtiyaçlarının tartışılması ve sağlık taleplerinin daha az risk içerecek şekilde karşılanabilmesine yönelik yeni araçların kullanımı gözden geçirilecektir.
Due to the prolonged life expectancy worldwide, the number of individuals in need of home care and palliative care is increasing. In the process of palliative care, the needs of patients and caregivers that affect the quality of life and can contribute to daily life activities should be identified. The COVID-19 pandemic, which is spreading rapidly all over the world, and the changes it has made to social life have affected individuals with chronic diseases and/or long-term care patients. The needs and service demands of palliative care patients and their families may vary during their processes. The epidemic increases the demand for health services in society and has a compelling effect on health systems. In this case, remote access auxiliary support services may be raised in order to carry out medical care monitoring of patients. Although tele-medicial/tele-health applications are not a substitute for a face-to-face meeting between physician and patient in terms of medical service delivery, interest in these applications is increasing day by day to protect vulnerable patient groups from the risk of transmission and to ensure the continuity of care services. In this review, the discussion of the changing care needs of patients in need of palliative care and home care during the pandemic process and the use of new tools to meet health demands in a way that includes less risk will be reviewed.

8.
Güncel kılavuzlar eşliğinde birinci basamakta diz osteoartritine yaklaşım
Approach to knee osteoarthritis in the primary care with current guidelines
Metin Çelik, Songül Taştan Çelik, Burcu Kayhan Tetik
doi: 10.5505/amj.2021.15986  Sayfalar 304 - 316
Osteoartrit (OA), eklemlerin tamamında tutuluma neden olabilen, eklem kıkırdağında ve subkondral kemikte harabiyete yol açan kronik ve dejeneratif bir kas iskelet sistemi hastalığıdır. OA daha çok diz ve kalça eklemi gibi büyük eklemleri etkilemekle birlikte, en sık diz eklemini tutar. Prevalansı yaşla birlikte artmakta olup, en sık 65 yaş üstü hastalarda görülmektedir. OA etiyolojisi multifaktöriyel olup yapısal ve mekanik nedenleri içermektedir. Tutulan eklemde ağrı, hareket kısıtlılığı ve sonuç olarak fonksiyon kaybına neden olduğu için çok sayıda hasta bu şikayetlerle hekime başvurmaktadır. OA tedavisinde amaç hastanın şikayetlerini gidermektir. Güncel literatürde hasta bilgilendirilmesi ve eğitimi, diyet, analjezikler, nonsteroidal anti inflamatuvar ilaçlar (NSAID), fizik tedavi uygulamaları, intra-artiküler enjeksiyonlar gibi konservatif tedaviler önerilmektedir. Bu gibi koruyucu tedaviler yeterli olmadığında cerrahi tedavi düşünülebilir. OA, aile hekimlerine yaşam kalitesinde azalma ve ağrı şikayeti ile oldukça sık başvurulmaktadır. Bizde güncel kılavuzlar eşliğinde hasta eğitimi ile yaşam tarzı değişiklikleri oluşturabilecek danışmanlık hizmetleri vermeliyiz. Bu derlemede, birinci basamak sağlık kuruluşuna başvuran diz OA’lı hastalara yaklaşım, güncel tedavi rehberleri eşliğinde anlatılmıştır.
Osteoarthritis (OA) is a chronic and degenerative musculoskeletal disease that causes involvement in all joints and destroys the articular cartilage and subchondral bone. Although OA mostly affects large joints such as the knee and hip joints, it most commonly affects the knee joint. Its prevalence increases with age, and it is most common in patients over 65 years of age. OA etiology is multifactorial. It includes structural and mechanical reasons. A large number of patients apply to the physician with these complaints because of the pain in the affected joint causes limitation of movement and consequently loss of function. The aim of OA treatment is to relieve the patient's complaints. Conservative treatments such as patient information and education, diet, analgesics, nonsteroidal anti-inflammatory drugs (NSAIDs), physical therapy, intra-articular injections are recommended in the current literature. When such conservative treatments are not sufficient, surgical treatment may be considered. OA is one of the major diseases that cause a decrease in the quality of life in primary care, and family physicians should focus on counseling in order to create patient education and lifestyle changes. In this review, the approach to patients with knee OA who applied to the Primary Healthcare Institution is explained in the light of current treatment guidelines.

OLGU SUNUMU
9.
Konversiyon bozukluğu bir dışlama tanısıdır: Genç, akut iskemik inme hastası
Conversion disorder is a diagnosis of exclusion: A young ischemic stroke patient
Burak Emre Gilik, Çağdaş Yıldırım, Talat Cem Özdemir
doi: 10.5505/amj.2021.23855  Sayfalar 317 - 320
Genç yaş inme insidansının artmış olması ilerde acilde genç yaş iskemik inme geçiren hasta grubu ile sık karşılaşacağımız anlamına geliyor. Nörolojik bulguları açıklayacak olası hastalıklar dışlanmadan konversiyon bozukluğu tanısı koymak hastaların morbidite ve mortalite açısından tehlikeli bir durum teşkil etmektedir. Burada akut stres atağı sonrası oluşan sol ektremitede kas gücü kaybı ile gelen 30 yaşında kadın bir hasta sunulmuştur. Erken tanı ile girişimsel işleme alınmış olup dramatik bir iyileşme sağlanmıştır. Bu yazıda, tanıda ayrıntılı fizik ve nörolojik muayenenin hızlı bir şekilde yapılması ve tanısal görüntülemenin erken yapılmasının önemi vurgulanmıştır.
Increased incidence of strokes in young adults could result in more emergency department visits for ischemic stroke evaluation. Diagnosing a young patient with neurological symptoms as conversation disorder without exploring other potential diagnoses can be detrimental and at times result in mortality. In our case, we present a 30-year-old female who develops left extremities weakness after a stressful event. In this case, early diagnosis and intervention provided a dramatic improvement in patients' health status and prognosis. This case emphasizes the importance of early neurological exams and imaging studies in the diagnosis of stroke.

10.
COVID-19 pandemi döneminde diabetes mellitus hastalarının tanı ve takiplerinde yaşanılan zorluklar: 3 olgu sunumu
Difficulties experienced in diagnosis and follow-up of diabetes mellitus patients during the covid-19 pandemic period: 3 case reports
İzzet Fidancı, Okan Sabri Berk, Şule Bayer, Tülin Karaca Arslan, Hilal Aksoy
doi: 10.5505/amj.2021.77044  Sayfalar 321 - 326
Hastaların sağlık hizmetlerine ulaşımda zorluk yaşama sebeplerinden biri olan pandemi dönemlerinde, Diabetes Mellitus gibi prevalansı yüksek ve tanı koyulması günümüzde kolay olan hastalıklarda dahi hastaların tanı almasında gecikmeler yaşanabilmektedir. Aynı şekilde bu hastaların takiplerinde de pandemi dönemi kısıtlamaları nedeniyle zorluklar yaşanabilmektedir. Bu yazıda COVID-19 pandemi döneminde tanı almada gecikmiş 1 diabetes mellitus hastası ve pandemi kısıtlamaları nedeniyle takiplerde zorluklar yaşamış olan 2 diabetes mellitus hastasını birlikte sunduk.
Pandemic periods are one of the reasons patients have difficulty accessing healthcare services. Even diseases such as diabetes mellitus with a high prevalence and easy to diagnose today may delay the diagnosis of patients. Likewise, difficulties may be experienced in the follow-up of these patients due to pandemic period restrictions. We presented 1 diabetes mellitus patient delayed in diagnosis during the COVID-19 pandemic period and 2 diabetes mellitus patients who had difficulties in follow-up due to pandemic restrictions in this case reports.

LookUs & Online Makale